"Hollandalı arkadaşım, "Türkiye'de insan hakları ihlalleri ibret verici, insanlıksa müthiş" dedi. Teşvikiye metrosunda düşünce, yardıma koşanları anlatıp bitiremiyordu. Kendine gelsin diye bir odaya almışlar, isterse hastaneye, evine, refakat etmeyi önermişler. Bir ay önce Amsterdam'da süpermarketteyken tersi olmuş. Olmaması gereken yerdeki malzemeye çarpıp düşünce, etrafındakiler suçlarcasına bakıp, şahit olmamak için gözlerini kaçırırken, ilgililer, ihmallerinden kaynaklanan kazayı görmezlikten gelmişler. Aynı, Irak'a uygarlık götürdüklerini iddia edip, birbirlerine düşürdükleri, acz içinde bıraktıkları yerli halkı suçlayıp aşağılayanlar, İsrail'in işlediği savaş suçlarının adını koymadan, "Ama Hizbullah..." diye başlayıp, kendiliğinden menkul küresel hakem pozisyonlarından üstünlük taslayanlar gibi. Dünyamız isyan edenlerle, suçlu sensin diyenler arasında ikiye bölünüyor. Magna Carta'dan bu yana insan haklarını evrensel ahlakımızın parçası haline getiren uygarlıklar, uygarlık götürdüklerini iddia ettikleri yerlerde yaşam hakkını çiğniyor. 20. yüzyılda devlet terörizmi dengesinin iki ayağından biri olan Sovyetler Birliği'nin çökertilmesiyle Anglo-Amerikan egemenliğinde Batı, yüzyılın başında olduğu gibi meydanı tekrar boş buldu. İnsan haklarıyla hukuku, 21. yüzyıl haritamızda geçersiz kılmalarıyla, biz de türümüzde hâlâ varolan içgüdüsel duygularımızla sürdürmeye başladık insanlığımızı. Bir yanda Batı'da toplumsal kurumların kayıtsızlığında anonimleşen insan ilişkileri, bir yanda insani duyguları infiale indirgenen mağdurların adalet anlayışı. Bir yanda Batı'da yalnızlaşan, korkuyla beslenenler, bir yanda mağdurların intikama yönelme potansiyelini taşıyan içgüdüsel duygularının tezahürü. Bir yanda gündelik yaşamlarının tüketicisi, değer mefhumlarını yitirip her şeyin fiyatını bilenler, bir yanda ölümle iç içe yaşamaya mahkûm edilen, hayatta değerli bulduklarımızın maddi karşılığı olamayacığını bilen, mağdurlar. Yıllar önce İngiltere'de bir çift, bakmışlar ki ülkelerinde cürüm artıyor, eğitim ve sağlık sistemlerinden gelir dağılımındaki adaletsizliğe kadar her şey kötüye gidiyor, insanlar psikiyatristlere muhtaç, kültür metalaştırılıyor, demokrasi oligarşiye dönüşüyor, ırkçılık kol geziyor, ne yemekleri yemek ne iklimleri iklim, çocuklarıyla haritayı açıp uygun bir ülke bulmuş, tası tarağı toplayıp taşınmışlar. Bir hafta geçmemiş, Güney Amerika'da İngiliz müstemlekeciliğinden kalma Falkland Adaları'na, Arjantin'in sahip çıkmasıyla gittikleri yerde savaş çıkmış. Yitirdikleri değerler peşinde Batı'dan kaçan Batılılar, hiç olmazsa emeklilik yıllarında huzura kavuşabilecekleri, alıp başlarını gidebilecekleri bir dünyayı gün geçtikçe yok eder oldu. Davos toplantılarında, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü'nde aldıkları kararlarla kârlılık adına desdekledikleri totaliter rejimlerde, çökerttikleri ekonomilerde, neden oldukları göçlerle milyonlarca insanı Batı'ya sığınmaya, onları aşağıladıkları işlerde ikinci sınıf vatandaş olmaya zorladılar. Şimdi bu insanların yaşam tarzları, tepkileri, Batı'yı kendi evinde de huzursuz ediyor. Küreselleştirdikleri dünyada tatil için seyahate çıkmaya korkan Batılı, artık kendi evinde de korku içinde yaşıyor. Kendileriyle birlikte başkalarını da batırıyorlar. Belki teknolojilerine güveniyorlar, belki de mahvettikleri dünyayı yoksullara bırakırken kurtuluşlarının uzayda olacağına inanıyorlar. Batı, kendi uygarlık bunalımı içinde yolunu kaybetmişken, infaz ettiği vatandaşlarının organlarını bile satan 21. yüzyılın dev adayı Çin, olup biten karşısında ellerini ovuşturarak gelenin gideni aratacağı tahtına oturmaya hazırlanıyor. " Gündüz Vassaf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder