8.28.2006

*bişi diicem ama kızmayacaksın tamam mı? hayatı seviyorum. sanki ayıp gibi geliyo bana. *nasıl demeli ki nasıl izah etmeli. iltimas yapmaktan başka bir çıkar yol var mı? ama yok etmicem bu sefer. yazarlar çizerler türkücüler pandomcileri taklit ediyoruz. coğrafya gibi sonuçları bir sentez olarak sunan bir bilimiz sanki. saf diiliz. anca saftirik olabiliriyoruz. *okumakla hadım olunmuyor abazalık baki kalıyor. küçük kabartılarımızla yaşamı seviyoruz. ne ayıp. ne ayıbı ya bi sus taşralı seni. *cinsel devrimimiz tamamlanmadan aşık meşk diye saçmalıyoruz.. illa tükkanın önü açık olucak. o hiç gelmicek ki. *ya sonuçta bu allahnan benim aramdaki bişey. ya sonuçta bu bi ihtiyaç. bıdı bıdı bıdı.*"neden geceler bu kadar sessiz? neden rüyalar bu kadar uzak?" rafet el aman

8.20.2006

çog mu momik?

"Belçika'da Flaman-Valon çatışması bitmiyor. Ülkenin Almanca konuşulan Flaman bölgesi lideri Yves Leterme 175 yıllık Belçika devleti için "Tarihin bir kazası. Kral, futbol ve biradan başka hiçbir ulusal değeri yok" dedi. Şok yaratan bu sözlerin sahibi Leterme Fransız gazetesi Liberation'daki ropörtajında Fransızca konuşanlara da yüklendi: Akıl kapasiteleri Almanca öğrenemeyecek kadar sınırlı..." Sabah

"huhuh ohumah istiyorum!"

"Okulun Mütevelli Heyeti Başkanı yazar Alev Alatlı, "Kapadokya aşığı mali müşavir M. Ş. bir rüya gördü, bu rüyayı yaşama geçirdik. Genç nüfusumuzu kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayabilecek becerilerle donatamazsak, bugünün Kandil Dağı, yarının Erciyes'i olabilir. İşsizliğin ülkeye neler getirdiğini görüyor ve yüreğinde bunu hissediyorsan bir şeyler de yapmak gerekti. Biz de şikayet etmedik. Elimizi taşın altına koyduk""(iki tırnak işareti bir hamama yakışır) Sabah

8.15.2006

close

"I don’t put a smile upon your face no more I can’t make your heart shine like it did before You don’t listen to my stories anymore You can’t comfort me the way you did before Was I too loud?, was I too bad? Was I too open? Was I too high?, was I too fast? Was I too close? I don’t feel your lips like the first kiss I’d rather run away than sit to face the truth Was I too proud?, was I too hopeful? Was I too needing? Was I too crazy?, was I too long? Was I too giving? No matter how far, no matter how long I will be there" télépopmusik

8.13.2006

"Hollandalı arkadaşım, "Türkiye'de insan hakları ihlalleri ibret verici, insanlıksa müthiş" dedi. Teşvikiye metrosunda düşünce, yardıma koşanları anlatıp bitiremiyordu. Kendine gelsin diye bir odaya almışlar, isterse hastaneye, evine, refakat etmeyi önermişler. Bir ay önce Amsterdam'da süpermarketteyken tersi olmuş. Olmaması gereken yerdeki malzemeye çarpıp düşünce, etrafındakiler suçlarcasına bakıp, şahit olmamak için gözlerini kaçırırken, ilgililer, ihmallerinden kaynaklanan kazayı görmezlikten gelmişler. Aynı, Irak'a uygarlık götürdüklerini iddia edip, birbirlerine düşürdükleri, acz içinde bıraktıkları yerli halkı suçlayıp aşağılayanlar, İsrail'in işlediği savaş suçlarının adını koymadan, "Ama Hizbullah..." diye başlayıp, kendiliğinden menkul küresel hakem pozisyonlarından üstünlük taslayanlar gibi. Dünyamız isyan edenlerle, suçlu sensin diyenler arasında ikiye bölünüyor. Magna Carta'dan bu yana insan haklarını evrensel ahlakımızın parçası haline getiren uygarlıklar, uygarlık götürdüklerini iddia ettikleri yerlerde yaşam hakkını çiğniyor. 20. yüzyılda devlet terörizmi dengesinin iki ayağından biri olan Sovyetler Birliği'nin çökertilmesiyle Anglo-Amerikan egemenliğinde Batı, yüzyılın başında olduğu gibi meydanı tekrar boş buldu. İnsan haklarıyla hukuku, 21. yüzyıl haritamızda geçersiz kılmalarıyla, biz de türümüzde hâlâ varolan içgüdüsel duygularımızla sürdürmeye başladık insanlığımızı. Bir yanda Batı'da toplumsal kurumların kayıtsızlığında anonimleşen insan ilişkileri, bir yanda insani duyguları infiale indirgenen mağdurların adalet anlayışı. Bir yanda Batı'da yalnızlaşan, korkuyla beslenenler, bir yanda mağdurların intikama yönelme potansiyelini taşıyan içgüdüsel duygularının tezahürü. Bir yanda gündelik yaşamlarının tüketicisi, değer mefhumlarını yitirip her şeyin fiyatını bilenler, bir yanda ölümle iç içe yaşamaya mahkûm edilen, hayatta değerli bulduklarımızın maddi karşılığı olamayacığını bilen, mağdurlar. Yıllar önce İngiltere'de bir çift, bakmışlar ki ülkelerinde cürüm artıyor, eğitim ve sağlık sistemlerinden gelir dağılımındaki adaletsizliğe kadar her şey kötüye gidiyor, insanlar psikiyatristlere muhtaç, kültür metalaştırılıyor, demokrasi oligarşiye dönüşüyor, ırkçılık kol geziyor, ne yemekleri yemek ne iklimleri iklim, çocuklarıyla haritayı açıp uygun bir ülke bulmuş, tası tarağı toplayıp taşınmışlar. Bir hafta geçmemiş, Güney Amerika'da İngiliz müstemlekeciliğinden kalma Falkland Adaları'na, Arjantin'in sahip çıkmasıyla gittikleri yerde savaş çıkmış. Yitirdikleri değerler peşinde Batı'dan kaçan Batılılar, hiç olmazsa emeklilik yıllarında huzura kavuşabilecekleri, alıp başlarını gidebilecekleri bir dünyayı gün geçtikçe yok eder oldu. Davos toplantılarında, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü'nde aldıkları kararlarla kârlılık adına desdekledikleri totaliter rejimlerde, çökerttikleri ekonomilerde, neden oldukları göçlerle milyonlarca insanı Batı'ya sığınmaya, onları aşağıladıkları işlerde ikinci sınıf vatandaş olmaya zorladılar. Şimdi bu insanların yaşam tarzları, tepkileri, Batı'yı kendi evinde de huzursuz ediyor. Küreselleştirdikleri dünyada tatil için seyahate çıkmaya korkan Batılı, artık kendi evinde de korku içinde yaşıyor. Kendileriyle birlikte başkalarını da batırıyorlar. Belki teknolojilerine güveniyorlar, belki de mahvettikleri dünyayı yoksullara bırakırken kurtuluşlarının uzayda olacağına inanıyorlar. Batı, kendi uygarlık bunalımı içinde yolunu kaybetmişken, infaz ettiği vatandaşlarının organlarını bile satan 21. yüzyılın dev adayı Çin, olup biten karşısında ellerini ovuşturarak gelenin gideni aratacağı tahtına oturmaya hazırlanıyor. " Gündüz Vassaf

8.11.2006

acaba nedir nedir?

8.08.2006

bir kadım bile yok, anlıyor musun?

*belirsizliklerin hayatımızı belirlermesi biraz garip değil mi yahu? yani hani belirsizlik ya belirlememesi lazım sanki. yani yasaklamak yasaktır veyahut asla asla deme gibi bişi bu. ya da değil bilmiyorum. *bir çok annenin dolup taştığı kaderi yaman bir topografyada bizden ötede olan beriki medeniyetlerin anca kaplarını kacaklarını oğuşturarak hangi seviyeye yükselebiliriz ki? cin de çıkmıo zaten. ama çıkaydı şu anda iç ferahlığı, kimsenin pekmezinin dökülmediği bir cihan bi de yapay çiçeklerin yerini esastan çiçeklerin kapladığı -oksijen manyağı olurduk lan-bir türk diyarı isterdim. düşünsenize yahu. aa ne güzel bi dünya olurdu.

8.07.2006

gelin protonlar bir olalım!

bi dakika bi dakika şu an elimize ulaşan son bir haberi iletmek istiyorum. şu an dünyanın en bahtiyar insanı benim. birazdan geçicek ama olsun. adrenal diil bu başka bişi. vur-kaç taktiği uygulayan eşkiya hormonlar sizi. kırk yılda bir kendi dünyamızdan geçen ve sadece bir kaç "yüz metre koşusu" "uzunluğundaki hissiyata veda ediyoruz. el sallayın.

aaa-politik

"Cümlemize hayırlı olsun. Zaten Mesut Yılmaz da Erkan Mumcu'yla anlaşmış, 'vatan'a dönüyormuş. Demirel'in gıdıklanmadığı an vaki değildir. Ecevit de iyileşti mi, frigoları hazırlayın. Korku filmleri sadece perdeyi değil hayatı da basabilir. " Nur Çintay

avec que? ou qui?

"fill your life with something else baby" editors