4.30.2007























(Things are queer - Duane Michal)


"...hey gidi duyumuna yandığımın dünyası,

alıp vereceğin olacak ille,

aşk maşk buz gibi yaşayacaksın." Edip Cansever

4.28.2007

hepimiz karındeşeniz


"...Demokrasi bunu gerektirir: gider türbanıyla Çankaya'da oturur, resepsiyonlara, törenlere katılır, Türk Kadını'nı da balll gibi temsil eder... Laikçi hezeyanlar buna el vermiyor: Bu hakikatle yüzleşmeye; AMA bu topraklarda yaşayan kadınların yüzde altmışının BAŞI BAĞLI. Başörtüsüyle, yemeniyle, türbanla, şunla, bunla. Bizim kadınlarımız inançları gereği başlarını örtmek istiyorlarsa, elbette örteceklerdir.
Bir dinsiz olarak inançlı Müslümanların inançlarının gereğini yapmaları (namaz da kılarlar, başlarını da bağlarlar) beni zerre kadar germiyor da- Batı okullarından başka okul görmemiş, anneannesinin annesi dahi İstanbul'da doğmuş (coğrafi konum anlatılıyor) bir kadın olarak beni bu görüntü (türban) daraltmıyor da-Bu kasmayı/germeyi/gerdirmeyi, 'Bizim haklı yerimizi BUNLAR işgal ediyorlar' ruh halini (temelde yaşadıkları tam da bu! 'kültürel' 'sosyal' sandıkları bir sınıf 'didişmesi' zümre 'çekişmesi') abes buluyor da- ESAS MESELEme geliyorum: Bir nevi Kadın Düşmanlığı Çeşidi olduğunu da düşünmekteyim 'Türbanlı Kadın! Gözümüze Görünme!' krizlerinin. (Kitliceez seni evine!) ...
...Ben yalnızca esef duyarım onları YOK sayarak bunca etkin ve yetkin şahsiyetlerini görmezden gelerek yapılan bunca utandırıcı (DA) konuşma adına... Hakiki bir TEMSİL sorunundan söz edecekseniz de: 'Yüzde on'luk baraj tamamen antidemokratiktir' yazarken bizim gibi zibidiler, nasıl sağır, dilsiz, kör ve bakarkör takıldığınızı hatırlatmak isterim. Yaaaaa! 'Demokrasinin şu dilimi bana yarar; öbür dilimi gerer' diye bi 'şey' olmaz. Onun adı: dik-ta-tor-yaaaa." Perihan Mağden

so what?

eveet. bugün kendimle küçük bi oyun (dublaj türkçesi) oynayacağım. kendime hayattan bi ara sınav yapacağım. evet. başlıyoruz. istediğim sorudan başlayabilirim ve kağıdı dik kullanmak zorundayım! mimarlık nedir? ıı. üç boyutlu mekan yaratma sanatı? yemedi mi? kültürü kullanarak şey oluodu. şimdi kültür cepte. bunu yaratacağımız mekanlarda gösteriyorduk. tamam. hmf. o zaman ortaya ne çıkıo? şekillendiğimiz kültürde çevre verilerinden yararlanarak üç boyutlu mekan yaratma zanaati/sanatı. bana göre boşluk yaratma sanatı. bi de artizlik yapma. bi de kahrolma. arkadaş nedir? arkadaş bi siktir git ya dediğimizde siktir olup gitmicek kimseye denir. asmaz germez . çoğunlukla maldır. gözden uzak olunca bi denişik olur. kullanılmışlık hissiyle kıllandırmadıysa en temiz en güzel döneminizi yaşarsınız. ama her beşer parametreli alanda olduğu gibi mütemadi bir çizgi olmaz, sleş dat kom olur, kesit çizgisi olur, üstte kalan çıkma olur, olur da olur. toparlamak gerekirse ay niyd e frend oh ay nid e frend tu meyk mi hepi isimli garb şarkısında olduğu gibidir ama ama ama mutluluğun formülü çok açık değildir. osmanlıca nedir? eski türkçedir. ölü bir dil sayılmakla beraber başbuğğğlar ölmüyorsa neden ölsün bu haybrid/haybörd/hıyabirit güzel. şu an haftada iki kere ruhunu çağırma seansına katılıyorum. katılıyo muyum? bu başlıbaşına bi başlık. neyse osmanlıca diye bir şey yoktur. o zaman selçukluca da olması gerekir. osmanlıca, türkçenin arap ve fars dilinden haddinden fazla etkilenmesi/etkileşmesi(?) neticesinde oluşmuş bir lisandır. türkçe gramatiğine uyduğundan buna başka bir dil demek yanlış olur. osmanlıca konuş da dinleyelim demek yedi ölümcül günah içinde olsa olabilicek bir cürümdür. ebeveyn nedir? iyi bişeydir. gün aşırı sizi arar nedensiz bi şekilde hasta olup olmadığınızı, havaların nasıl olduğunu, derslerin nasıl olduğunu sorar sonra kaybolurlar. aybaşınız geldiğinizde hayatınızdaki kanamaya tampon ilaç olurlar. ekstre, fatura gibi iki boyutlu, cüzdan, çanta, dolap gibi üç boyutlu, aşk meşk gibi çok boyutlu meselelerle ilişiklikleri akıllara zarardır, zararlıdır. az görülünce çok sevilir, aranır; çok görülünce çok sıkılınır, çok sevilince çok hoyratlaşılır, çok sevince çok üzülünür. gönül nedir? herkeste olan bir organa eski çağlardan beri aşk, nefret, acıma ne menem emoğşın varsa anlam yüklenmesidir. (processing...) biz de babadan ne gördüysek o. başka bir gönülle muhabbet halindeyken, gidip gelirken, atıp dururken üzerine frajil etiketi yapıştırmak elzemdir. heyecan nedir? belki de diğer bütün duygulardan komplike, uzun sürmeyen o yüzden onbir ayın (sağdan sola yukarıdan aşağıya; muharrem, safer, rebiyyülevvel, rebiyüllahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, recep, şaban, şevval, zilkade, zilhice) sultanı gibi her dem baştacı olan. yapayı pek yavan, doğalı da kırk yılda bir gerçekleşen doğa olayıdır. Cevap Anahtarı: mimarlık 1 . Mimar olma durumu, mimarın işi ve mesleği. 2 . Belirli ölçü ve kurallara göre yapılar yapma sanatı, mimari. arkadaş 1 . Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri, yaren. 2 . Bir ortamda birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik Osmanlıca 1 . XIII-XX. yüzyıllar arasında Anadolu'da ve Osmanlı Devleti'nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmış olan, Arapça ve Farsçanın etkisi altında kalan Türk dili. 2 . sıfat Bu dille yazılmış olan. ebeveyn Anne ve baba: gönül 1 . Sevgi, istek, düşünüş, anma, hatır vb. kalpte oluşan duyguların kaynağı: 2 . mecaz İstek, arzu heyecan 1 . Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi vb. sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu durumu. 2 . felsefe Coşku. (Kaynak: www.tdk.gov.tr)

4.25.2007


sizi sevmek zorunda olmadığımı bilseniz keşke.

4.24.2007

yüzüne de söylerim canım! söyledim hatta!


“iki kişi arasında geçen sohbetlerin çoğunda, o an orada bulunmayan üçüncü bir kişinin nerelerde hata yaptığı ya da (nadiren de olsa) nerelerde örnek davranışlar sergilediği konu edilir. Hem gayrı resmi hem de resmi konuşmalarda başkalarının kötü huylarıyla, erdemleriyle ilgili saptamalar yapma eğilimimiz kendini gösterir. Oysa “dedikodu” diye adlandırdığımız şey ahlak felsefesinin halk dilinde ifade bulmuş halinden başka bir şey değildir. Evet, dedikodu yaparken kinimizi, kıskançlığımızı, hayranlığımızı damıtıp somut hipotezler biçiminde sunmayız karşı tarafa belki ama iyiliğin ne olduğunu belirmeye çalışan, bunun için çözümlemeler yapıp çalışmalar kaleme alan filozofların izinden gideriz aslında.” Mutluluğun Mimarisi - Alain de Button

4.22.2007

içimdeki keriz


lan boşluk, son günlerde mutlu olduğumu hissediyorum. lakin bu bildiğin gibi değil. yani hani mutluluk nediri kendi içimde sorgulamadan mutluyum. biraz düşünsem esasında ne kada sefil bi hayat sürdüğümü görüp kederlenebilirim. Asla gerçekleştirelmeyen kısa vade planlarının bulunduğu post-it notlarının dikey düzlemden aşağı süzülmesine, yüzünüze gülen lakın iki kuruşa başka bir arkadaşa, başka bir hayata, başka bir yalana sizi satacak sevimsiz arkadaşlara, kendini kendisi sanan kendinibilmezlere, kutularda tepinen kuku çevresi görünen mankenlere, yüzsüz özgürlükçü faşizanlara, yan odada uyuyan arkadaşımın ciğerden kopup gelen aksırmalara, klip çekmek için terk edilmiş endüstriyel yapılardan başka bi yer bulamayan götüm ona rakçılara, dünyanın kaymağını yemiş ülkelerden gelip kaymak gibi kalakalan ülkemize döviz bırakmaya gelip de boyları bir anda iki sensen uzayanlara, dünyanın orta yerinde açlık çeken, öldürülen, tecavüz edilen, dışlanan, tabaklarındaki her bir pirinç tanesinin kıymetini bilen insanlara, evrenin mütemadiyyen büyümesi fikrine kafayı takmassam mutlu oluyorum. o zaman mutluluk parametrem nedir? zamanında sevmediğim bir idadi mektep muallimem şöyle demişti "dünyadaki bir kişinin mutsuzluğu bile tüm dünyayı mutsuz edecek kadar güçlüdür" ya da böyle bişeydi. yani mutsuz olmak şart. farkında olan bi insan mutlu olamaz. bize hep bu öğretildi. bize derken işte aklı selim sessiz azgınlığa. bugün hotel rwanda isimli bana yarım litre gözyaşı ağırlığınca sümük ve 8 metre tuvalet kağıdına mal olan yapıtı izleme olanağına sahip oldum. belki onun getirdiği düşünceler beni buraya itti. mutlu muyum? ama yıllar yılı ergenlik ve yakın sonrasında mutluluğu bir aptallık belirtisi olarak görmedik mi? yalan mı? mutlu olmak tukaka değil mi? mutlu olmassak hayatın bize sunduğu şeylerden daha fazlasını hak edebilecektik . yani mutsuzluk bi yandan da hep o yunan-roma heykellerindeki ideale ulaşma fikri değil mi? e yok işte olanı da taş onların. herkes daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor. daha iyi bi yaşam mümkün, daha çok para kazanmalı, çocuk-kariyer bağıntısındaki ters orantıyı tersine çevirmeli, genital organlarından daha çok insan geçmeli. hep şunu söylemiyor muyuz? sarılıp uyuyacak biri olsun. çok basit gibi. lakin kolunuzun üstünde/altında biri varken ve o uyuşurken siz o kolu çektiğinizde bile o tatlı hayalin hayalini kuruosunuz.-the ark "oh no i wasn't dreaming of dreaming that dream". ben artık hayatı olduğu gibi kabul etmeye karar verdim. bu teslimiyetçilik değil. esasında öyle net bi karar da değil. sonuçta insan olmanın hem en güzel hem en kötü yanı bu. bi yanda eski fotoğraflara bakıp ne kadar tombiş, bodur, rüküş, kaşlı olduğumuza hayıflanırken diğer yandan o zamanki hissiyatımıza dönmek için neleri verebileceğimizden bahsetmekte beis görmüyoruz. son zamanlarda başıma gelen garip tesadüfler, hoş insanlar, boş mahlukatlar, ilginç kesişimler, küresel ısırmalar beni hayatın ne güzel, ne derin bir şey olduğunu hissettiyor. bugün değer verdiğim hayatla sorunu olan bir arkadaşım bana uzunca bir söylemimden sonra şöyle söyledi "insanlar bi âlem". ne güzel söz! düşünsenize bir insan başlıbaşına bir âlem. içine girmek istersiniz istemessiniz orası ayrı (metafora kapalı). zaten oldum olası kısa cümleleri, "sessiz" şarkıları, küçük evleri sevmişimdir. "ay ne kadar minimalsıığn" bayalığından uzak, low rise-high density(her türlü metafora açık) bir dünya umuduyla!

4.16.2007

şimdi yazıp yazıp sildiğim şu yazılardan ve kötü internet bağlantılarımdan bahane ederek yazmadığım bloguma geri dönmek istiyorum. lakin bağlantı olanakları elvermiyor. gelgelelim dimağımda iki lakırdıyı toplayıp bişiler yazmak var mı derseniz yok, derdim yine istanbul'la. İnsanın alıp veremediğinin bolca olduğu kaç kent vardır şu dünyada? soruyorum. kim abu dabi'yle dertleşir? kim lagos şehrini bir çiçekle özdeşleştirir? insan her gün görüp günden güne eriyen bu şehre nasıl acımaz? kendi sorunlamızın esas sebebi olduğu yetmiyormuş gibi bi de kendine çeki düzen vermiyor.