12.27.2008

Karadeniz'de çay toplamalardan mı geldin a Antoni?
(Fotoğraf: Marius W. Hansen)

12.25.2008

elleri olmayan babaya noel baba denir.

Oldum olası kurumsal zamazingoların basın bültenlerini samimiyetsiz bulmuşumdur. Ama bunu bir şehrin nasıl yönetildiğine dair çok güzel ipuçları barındırdığından dolayı siz kıymetli hemşehrilerimle paylaşmadan duramadım. Yazıda geçen "çeşitlilik arz etmek" sözünü olumlu bir cümle içinde kullanan, "medeniyetimizi yansıtan desen ve formları" da -var mı? davar mı?- örneklerle zenginleştirebilecek bir belediye istiyorum. Yeni yıldan bunu diliyorum. Lütfen olsun bu. 
"Ankara kentimizin Esenboğa yolu sadece şehrimizin değil ülkemizin ana giriş kapısıdır. Esenboğa yolu 4 ay gibi kısa bir sürede Büyükşehir belediyemiz tarafından genişletilmiş ve bu yol Ankara'mıza layık örnek bir yol haline getirilmiştir. Ancak yol güzergahı üzerinde kalan yapıların ön cepheleri görsel olarak çeşitlilik arz ediyordu. Bu durum tüm kesimlerden ve özellikle de yurt dışından ülkemize ilk defa gelen kişiler tarafından eleştiriye neden oluyordu. Bu farklı renk ve desendeki cephelerin görsel olarak farklılıkları yanında cam mozaik uygulamaları, medeniyetimizi yansıtmayan desen ve formların bina cephelerinde yer alması şehrimize ve ülkemize yakışmayan bir imaj çizmekteydi. Bunun önüne geçilmesi maksadıyla Esenboğa yolundaki meskun hemşerilerimizin rızasıyla, yepyeni bir projeye imza attık. Artık Esenboğa yolu binalarının cepheleri ısıya dayanıklı özel cephe kaplamalarıyla kaplandı. Tüm Ankaralıların beğenisini kazanan projeye yerli ve yabancı birçok beğeni geldi. Esenboğa yolunda oturan ve proje süresince desteğini bizden esirgemeyen hemşerilerimize teşekkürlerimizi bir borç biliriz. Proje kapsamında bazı yapılamayan yan cephelerin de yenileneceğinin müjdesini vermek istiyoruz. Projenin tüm Ankaralı hemşerilerimize hayırlı olmasını diliyoruz. Esenboğa Havalimanı ile Aydınlıkevler Kavşağı arasında, Büyükşehir Belediyesince belirlenen 187 adet binada kırmızı klinker tuğla kaplaması, kompozit malzeme ile birleşim noktaları çevrilerek yapılmıştır. (Daha Estetik olması sebebiyle)"

12.17.2008

profili oğlan çocuğu, ağzı hüzün

Hani bazen çok yoğun olursunuz, yani içsel olarak. O kadar çok şey söylemek istersiniz de hepsi birden çıkar ve anlamsız veyahut değersiz olur ya o söylenenler. Aslında hepsi içinizde o kadar büyümüştür ki. O ruhun deliğinden dilinize dökülenler kıyma makinesinden geçermişçesine parçalanır ya da kıyma diil şey gibi o ofislerde olur ya. Çok möhim belgeleri parçalamak için zzzt die kağıt makineleri, onlar gibi. 
Mesela politikayla ilgili söyleyecek çok sözüm var -tabii ki çözüm yok- ama bunu konuşmak bana o kadar uzak ki. Dilimde sakil duruyor. Yani boş konuşmak istemiyorum, aktivist de değilim ama "çöpleri yere atmam" gibi; ya da sevgiden bahsetmek, dile gelince nasıl da çirkin olur bayağı durur; ya da kendinden bahsetmek, nasıl da sıkılır "insan" kendini pazarlamaktan. 
Aynı dili konuşmak mesela aynı dilin içinde. Şimdiki ev arkadaşımla aynı dili konuşmuyoruz ama bi keresinde aynı dili konuştuk. Kötüydüm mesela. Ben ona baktım. Sonra o bana baktı. O an anladım beni anladığını. O kadar garip ki. Birinin hem de ecnebiyken sizi anlaması. Ben senin o ağzındaki kıvrımın cemaziyelevvelini bilirim a anadolu çocuğu diyesi gelir onun. Çünkü onun da çemçuk ağzı öyle kıvrılmıştır zamanında. Yani yirmiküsur yıldır mesela hep biliyorum ki ben ifade etsem onlar anlamaz, onlar anlamaya hazır olsa ben ifade edemem. O yüzden pek çabalamam. Dert de etmem. Bi de bu gerçekten anlama hikayesini çay içilen bir yerde, merdivenlere otururken yaşamıştım. Karşınıza bakıyorsunuz ve anlıyo sizi yani o kadar muhteşem bi şey ki. Mesela dokunmak da değil, sarılmak da değil, ifade etmeye çabalamak da. O an içinizde müthiş bi huzur patlıyor. Huzur patlar mı demeyin. Teşbihte hata olmaz. Yani biraz tehayyül etmesi bile huzur verici. Her yerden huzurlar saçılıo. Hep huzuru düz bi çizgiymiş gibi algılarız. Salak bi okyanus imgesi değil yani bu. Belki de çabalamamak gerek, kimse beni anlamıyo gençkızlığımızdan sıyrılıp birilerinin gözlerinin içine bakacak cesaret gerek. 
Biliyorum belki başlığa bakıp, fotoya aldanıp bu saçma yazıyı görüp neyalaka diyeceksiniz. Ama her şey birbiriyle bağlantılı -bağlantılarla kafayı bozmuş genç bilimadamı-. Örneğin başlık Atilla İlhan, o trt2'de hemen zapladığım adam zamanında, bir kadına yazılmış bir şiiri götünden anlayabilme gururu belki ya da sanatın o subjektif perspektiflere göz kırpmasının bana getirdiği bi pragma (başlangıç düzeyi yunanca) -pranga-, ya da bunca kakafoni içinde sade ahenkengiz bir ana fikir. Bu fotoğraf ne kadar uzağa gidebileceğimin bi işareti, kayganlık, oral seks, açgözlülük, imposibıl iz nating, pavlov'un köpeği, aşağı indikçe azalmayan bi potansiyel enerji. Yani o kadar çok anlamı var ki aslında her şeyin. Biz seçmiyor muyuz bu anlamları ya da birini seçtiğimizde bütün bu anlamlar -düşünemediklerimiz dahi- bizimle mi geliyor. 
Ben sadece bir ağıraksağım. Bakın o kadar ağıraksağım ki mahlasımdaki k bile bir sesli gördü mü yumuşacık g oluyor. O derece cinsim. Bit yazı.

12.09.2008

St.Illness

Ölüm hakkında derin düşüncelerim yok. Hiç olmadı. İleride de olacağını hiç sanmıyorum. Şimdi bundan sizene ve hatta banane ama bir durun bir düşünün ve hatta ben de şu an. Gelin güvey beraber düşünelim. Şimdi mesela şu anda bi kaç kat altımda ölü insanlar var çürümesinler diye özel ihtimam gösterilen kutulardalar, bulunduğum katta da hâlihazırda inleyen, muhtemelen ölecek insanlar var, üst katları bilmiyorum tam ama en üst katta bi kafeterya var, oradaki televizyonda da bi çocuk kanalı açık, nedensiz gelmedikleri bu yerde ekrana bakıp acı acı gülen koca koca adamlar gördüm. Mimari işte böyle güzel bişey, hayatın tezahürü.  Ölüler hep aşağılarda, yavaş yavaş aşağıya çekiyor hayat insanı krematoryumsuz bir diyarda. Yeni doğan ünitesi nerede şu an tam kestiremiyorum ama göbek bağlarını ölülerden ırak köşelerde kesiyorlardır ondan eminim. Mesela gözlerimi kapatıyorum şu an ölen insanlar var sağ ekranda solda ise yeni doğanlar. Uf çok sinir bozucu. Korkmuyorum ikisinden de sanırım. Bi ucu nisyanla malul olduğumuzdan diğerini de prediktıbl bi mevzu olmadığından belki de. Annemizin rahminden vıcık vıcık çıktığını düşünmek mi “better than worse” tanımadığınız soğuk dini bütün ellerin size bıcı bıcı yaptırması mı bilemiyorum.
Ölüm de yaşamın zıttı değil sanki. Bi parçası mı desek, noktası mı virgülü mü. Çok önemli bi mevzu değil. Geride kalan değilseniz tabii. Ama acı çekmeden, kimseye muhtaç olmadan bitsin şu iş diye çırpınıyoruz şu hayatta sanırım. Evet şu an mesela bi aydınlanma yaşadım. Kefen paramızı biriktirmek için geçen bir süreç sanki şu hayat. Onu düşünmeksizin buna hazırlık. ("Gökkubbenin altında söylenmemiş söz yoktur..." İbn Ataullah İskenderi)
Bi kaç saat sonra yaşımın ikiye üçe çarpılmışlarıyla el dudak münasebetine gireceğim. Onların gittikçe kuruyan ellerine ancelina coli kadar olmasa da dolgun dudaklarımla hayat vereceğim bi nevi.
Şu an ekranın tüm hatlarını seçmeme imkân verdiği pek de dramatik gözüken ellerime baktım da. İyi ki ben benim. Başkası olmaya tahammül edebilir miydim acaba. Umarım uzak gelecekte de ben benden memnun olurum. Biterken de bi hastane köşesinde değil de kendi yatağımda yaparım altın vuruşumu. 

11.27.2008

"it's not about saying yes or no it's not about stop or go it's more about what is within and how you get there in your mental scene and how you keep it as part of your truth never to stop work trying to choose some kinds of decisions some kind of disguard well i feel not conscious about others reports and do you believe don't you forget how you conceived your thoughts of regret it's not about being right or wrong it's not about being weak or strong..." Ms. John Soda

11.20.2008

"...Bilmem mi, ellerin vardır, umuttan yuvarlar çizer
Bakılan bir şeydir el, boşluğu dengede tutan
Bir uzantıdır işte umutla insan arası
Bir yonudur ne belli, görmekle anlaşılan
Geceden gün yapılan o sevişme yakınlığında..." Edip Cansever / Kaybola 

11.14.2008

Bugün "Aynı Sudan İçtik"i izledikten sonra bir de eve keyifsiz gelip şu olanları bitenleri görünce duyunca...
İnsan tek kelimesine bile dokunamıyor. Her cümlesi, her kelimesi insanı daha da dibe sokuyor. Sadece daha güzel bir ülke düşlemek kalıyor bize. Bu ülkede umuttan bahsediyorlar bi de. 
"“...Rumlar, Ermeniler (YAŞAMAYA) devam etseydi, bugün Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?” 
“Hayır olmazdı.” Basit soruya basit cevap. 
Sen kalk, yokluğuma övgü düz, sonra da o yokluğum üzerine bir ülkenin kurulduğunu ifade et, o ülkenin bugünkü halini makbul gör, ondan sonra da ‘olsalardı ne olurdu halimiz’ diye iç geçir. Kendi ayağına kurşun sıkmanın tarifi gibi bir şey. ‘Sana ne’ diyeceksiniz. Sıkmışsa sıkmış. O ayakla sizin birlikteliğinizi çoktan koparmadılar mı zaten? Gerçekten de işin bu bölümünden artık bana ne... 
Tabii işin en acı tarafı, Bakan’ın söylediklerinin büyük bölümünün maalesef doğru olması. Peki, doğruysa doğru, sorun ne? Bakan doğruyu söylüyor ama doğruyu yanlış söylüyor. Yüreğimizin tavan aralarına, bodrum katlarına koyup, gittiğimiz her yere beraberimizde götürdüğümüz, kırılgan acılarla dolu sandıklarımızı oradan oraya savuruyor. Zar zor, ite kaka vardığımız “O dönem herkes çok acılar çekti” kavşağından, direksiyonu birden bire “iyi oldu” sokağına kırıyor. Olanları doğru söylüyor ama olanların doğru olduğunu da söylüyor. 
Şu soruya hakkıyla cevap verelim şimdi... 
“Hayır, aynı olmazdı. Süper olurdu.” 
Sen ne diyorsun? 
Bütün ülke üç noktaya birikmez, kırk küsur merkez olurdu. Yirmi, otuz yıllık fidan hayatlarımız değil, kadim bir orman gibi kültürümüz olurdu. Anasının doğduğu yerde doğabilirdi herkes, işte o zaman ülke, “memleket” olurdu... " Arat Dink

11.08.2008

Sımsıkı tutup çekmek istemiyorum, handle with care’i pek samimi bulmuyorum, kavramak istiyorum ben sadece.

emmenez-moi vs. mütekabiliyet

*Siz de sıkıldınız biliyorum. Herkes aynı dertten muzdarip. Birbirimizden kaçarak ancak bir diğerimize varıyoruz. Mikrokozmozumuz da aynı. Bu elektronlar değil miydi protonun dibinde dönüp birbirlerine gıcık olan. *Aslında hayat çok sade ve basit bir şey ama basitlik biraz karmaşık. Neticede bir zerrede gördüğümü bir gezegende, bir çanta tokasında, iki nota arasındaki es işaretinde de görebiliyorum. Ama bunu birbirine bağdaştırmak için kanat ve rakım gerekiyor. Onlar da ancak kendilerine yetecek kadar zeka, çokça da içgüdü barındıran kuşlara bahşedilmiş ekseriyetle. -tamam uçan balıklar var, memeli hostesler var- Yine de her şeyin içindeyken, dibdibeyken sorunlarla; so  n gibi bişi görüyosunuz ya da işinize öyle geliyor. Bilmiyorum. Esasında harfleri karıştırarak özel olsun cins olsun, bir sürü varyasyon elde edebilirsiniz. Ben o iki harfi yok sayıyorum bilincimin çokça altında. Gördüğüm şeyle dehşete düşmemeye çalışırken, debelenirken daha da beter yapıyorum her şeyi. Yani yapmıyor da olabilirim. Belki de en kralefem benim o sırada. ama sorun olanlar değil hissettiklerimde. * Hayatı sadece kendi çevresinde döndüğünü sanan bi arkadaşım vardı. Yurtdışı deneyimlenmelerinden döndükten sonra "sen niye öyle diyosun, oralılar çok farklı, biz çok çeşit, onlar sıfır kalori, biz köy ekmeğiyiz" gibi çeşitlemelerde bulunduydu. Ben insanın da aslında tek bir karakteri -kültür değil- olduğunu düşünüyorum. Hep diğerini -bir sebepten- dışlarken aynanın -aynı sebebin- bi parçasını kırıveriyoruz. O kırık aynada çok da gerçekçi olmayan gördüğümüz imgelerimizle mutlu oluyoruz. Ama başkasının bakıp kelekliklerimizi gördüğü gerçekliğini nasıl göz ardı edebiliyoruz onu aklım ermiyor.  *Noktalı virgülün ne zaman kullanılacağını asla öğrenemedim. *Bağcıklarımı bağlamayı 16 falan yaşımda öğrendim, kravat asla bağlayamadım. *Analog saatlerden hep nefret ettim. Hala okurken teklerim. *Parfümleri ve deodorantları-sera gazı- asla sevmedim. Bi şeylerin üstünü örtmeyi-yataktakiler dışında- hiç etik bulmadım. Sidik de içerse ter kokularını, bana bi öpücük ver sana bu akşam ne yediğini söyleyeyimleri iğrenç ama daha insani buldum. *Güneş gözlüklerinin, atkıların, poşuların fonksiyonlarından sapmalarından, aynı zeitgeist'lerde yaşadığım insanların bilinçsizliklerinden gına geldi. (Çizim: David Shrigley)

11.05.2008

şu an ne yapıyorsun?

Kendimden bahsetmek pek kifayetsiz. Ama ille de soracak olursanız böl ve yönet politikam gereği parça parça kendimden bahsetmek bütünsel olarak kendimden bahsetmekten yeğdir. Tümdengelemeyeceğım, varırsam anca tümevaracağım. 

Dolmalar geçiyor gırtlağımdan, öhö'ler çıkıyor solunum takımından, ciğerlerim kendi çapında dirili dirili şeklinde alarm veriyor, karnımda tırtıllar kabuklarından çıkıyor, kelebeklerin ömrünü sorgulamadan gıdıklanmalardan hazzediyor, battaniye kara sınırlarına giremeyen kollarım ve bir kısım şerefsiz bacak ürperiyor, gözlerim kapanmamak için yerçekimi denilmeyen o çekici güce direniyor ve tabii ki kulaklarım sınıflandıramadığı güzel sadalarla mest oluyor. 
Say the word and you'll be free Say the word and be like me Say the word I'm thinking of Have you heard the word is love? It's so fine, It's sunshine It's the word, love In the beginning I misunderstood But now I've got it, the word is good
(The Beatles - The Word)

10.28.2008

eldevarbirben

*Korkularımızın getirdiği enteresan bişey var bizde, bizim çehremizde, jest ve mimiklerimizde, oturuşumuz, elimizi tırabzana koyuşumuzda. Köpekler gibi sezgisel bir burnumuz olmadığından başkalarının korkularına verdiğimiz tepkiler de havlayarak olmuyor elbet. Korkmanın da mı adabı olur, olmaz evet ama korkutmanın vardır belki bi yordamı. Ne bileyim -"Psycho" filminde banyo sahnesindeki gibi. Şimdi bilemedim o sesi nerelerinden çıkarıyorlar- *Çok kilometre uzaktaki bi arkadaşım bugün bi kaç lakırdı döktürmüş postama "Türklerle takılmıyorum hiç. Onların buradaki kaygıları İstanbul'daki gibi yabancı bana. Yani mutlu olmak için çok şey istiyorlar ve hiçbir şey için koşturmuyorlar" Yerim ben onu da. Uzaktan böyle miyiz acaba. Çabalamadan mı istiyoruz istediklerimizi. BugünAllahiçinneyaptınlar cami duvarlarında asıladursun, hayatın klitorisini aramadan darmaduman mı ediyoruz küçük kendimizi. Bilemiyorum. Çekingen gözler, sözlerle idame ettirilen hayatlarımız var, çıplak bedenlerin üzerinde göz yaşartıcı bombalar (Caz yapma). Pff tamam. *Oldum olası gözleriyle anlaşan o enteresan insanlardan olamadım, onlar hep bana en basit(o da değil bayağı) şeyi düşünen insanlar gibi gelir. Bi de "Anladın sen onu"lar var. Onlar akıllara zarardır. Mezapotamya'ya doğru koşasınız gelir onları görünce. Ben belki babamdan miras, olasılıkları tarayıp en kötülerini seçip onlardan bi demet yasemen sunan biriyim kendime. Yani anlamıyorum ben onları. Anlamamam dalgalaklığımdan da değil. *Benim en çok övündüğüm huyum, kimseye rahatsızlık vermeden şu dünyadan tadında gidip, ölümü ağız tadıyla tatma-tat ketçap- azmimdir. Ama olmuyur bazen. Üzüyorum, sıkıyorum kendimle başkalarını. Buradan özür diliyorum hepsinden. Bilseydim hiç varolmazdım ya da emokid olurdum. Bilmiyorum ki. *Sen bir adım atarsan, benim alibabasaatinkaçım birbüyükadım ileri olur; sen bir adım geri atarsan, beni annem çağırır yemeğe. *O zaman bu sade geceyi güzel bir lirikle sonlandıralım sevgili memet okur,

"...Kendini bırakmak en büyük korku
Baş edemediğimizden belki
Düşlerdeki isteksizlik nedir
En açık seçik olan belirsizlik midir?..."
Bülent Ortaçgil-Gece Yalanları
(Çizim: David Shrigley)

6.07.2008

belli.

5.11.2008


...

"Biz bu lavanta kokularını bilmeden taşıyoruz

Biz bu tavanı bilmeden eski rengine boyuyoruz

Bu bizim terliklerimizde ufacık güller oluyor - acaba?

Evet, çok değil onları bilmeden hoşa gideriyoruz

Sormayın, ama sormayın, bilmeden aralık tutuyoruz kapılarımızı

Bilmeden bekliyoruz, bilmeden uyuyoruz sabahlara değin

Kim bilir, belki de biz

Tanrısıyız en olunmaz şeylerin


Bu bizim en düzenli hareketimiz: olmak

Asılıp kalmışız sokak fenerlerine

Asılıp kalmışız öyle, görenler bizi görüyor

Görenler bizi görüyor, ve gidip geliyoruz dikkatle

Doğrusu, niye saklıyalım, hepimiz bunu yapıyoruz

Ama biz yaşıyorken de bunu yapıyoruz sadece

Cansız

Ve gidip geliyoruz dikkatle. "

...
Edip Cansever - Çoğullama

4.27.2008

ah zo!

"...Mesele de bu. İki yıl sonra İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olacak. Bu çok iyi bir şey. Ama bana hep yaptıkları yüksek kuleleri gösteriyorlar. Kültürden söz ettiklerinde kastettikleri 'money'. Büyük binalardan, alışveriş merkezlerinden, lâlelerden bahsediyorlar hep. Bunlar "kültürün başkenti" anlamına gelmiyor ki, 'kapitalizmin başkenti' anlamına geliyor. " Tony Gatlif

4.19.2008

ahadaşım bekleme yapma


yaşamı sevmek kadar, içindekilere anlam yüklemek de mühim ve üzgünüm dostlarım, sizler birer hiçsiniz. -sen hariç, bi de sen, belki sen biraz, biraz da sen-
.
.
.
"Ve bir genç, şöyle dedi: 'Bize arkadaşlıktan bahset.'
Ve o cevap verdi:
'Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir.
O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.
O sizin sofranız ve ocak başınızdır.
Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.
Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda,
ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz.
Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir.
Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular
ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.
Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız;
Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda
daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın,
dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi...
Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik
kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin.
Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde
olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır
ve sadece yararsız olan yakalanır.
Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun.
Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse,
meddini de bilmesine izin verin.
Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş
aramanızın anlamı olabilir mı?
Onu, zamanı yaşatmak için arayın.
Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir,
boşluğunuzu doldurmak için değil.
Ve arkadaşlığın hoşluğunda,
kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun.
Çünkü küçük şeylerin şebneminde,
yürek sabahını bulur ve tazelenir.'"

Halil Cibran

3.09.2008


lütfen beni diğerleriyle yalnız bırakın.

2.27.2008

ben düşünmenin suç olmadığı bir ülkede yaşamak istiyorum.

B.E.: Tamam vatan bölünmez, bilmem ne olmaz ama göz göre göre de bu çocukları bütün analar doğursun, toprağa versinler. Bu mu yani? Bir çocuğun ne demek olduğunu ben sizler gibi bilemem. Ben anne değilim, olamayacağım da. Ama anneler anlar. Başkalarının masa başı savaşı için evladımı harcayamam. Bir oyun oynanıyor ve biz oyuncağı oluyoruz. E.G.: İnşallah Allah bir oğul nasip eder de anlı şanlı askere yollarım. B.E.: Sonra ölüsünü eline alırsın. E.G: Eğer bunun için kaderde ölüm varsa, alnımıza yazılmış böyle bir şey varsa, onu da yaşayacağız. Bunun için şehitler ölmez, vatan da bölünmez zaten. B.E.: 'Şehitler ölmez vatan bölünmez' hep aynı klişe laflar. Hep bunu söylüyoruz zaten. Çocuklar gidiyor, kanlı gözyaşları, cenazeler... Klişeleşmiş laflar...

1.15.2008



"i have a love
i have a love for this world,
a kind of love that will break my heart
a kind of love that reconstructs and remodels the past..." Jens Lekman




1.13.2008

ben kimim nerdeyim çok tuhaf bir yerdeyim.


"Hotel Maya: Şansımıza, 'Vay be' dedirten bir dizayn otel. Alengirli bir sadelikle her şey bir şeyin içinden çıktığı için, odadaki mini barı bulmak için bütün çekmeceleri açmam icap etti. Birinden mönü çıktı: Edamame... Oyster kataifi... Thai Pesto Marinated Saba Mackerel... Sirloin Steak...

Öbüründen spa mönü çıktı: Detoxification/Traditional/Relaxation/ Dry/ Maya Indulgence Signature Therapy...

Bir diğerinden saç kurutma makinesi. Ve o da nesi: Albenili grafik kapak tasarımıyla bir kitap. 'The Meaning Of The Holy Qur'an/ Complete Translation With Selected Notes By Abdullah Yusuf Ali.

Çekmecede bir de mat metalden ok: 'Kiblat' diyor.

O kadar alışkın olmadığımız bir beraberlik ki, önce uyanamadım. Bir hip otelde mini bar ararken karşınıza, evet, kıble çıkıyor!

Wallpaper zihniyeti ve Müslümanlık bir araya gelebilir mi? İnanılır gibi değil ama gelirmiş!

Bizdeki en temel eksiklerden biri değil mi? Geçmişle bütün bağları kopar, ak-kara kafasından kurtulama, Müslümanlığı köylülükten kurtarama... Sonra tuvaletlerde abdest alanlardan ortalık diz boyu pis su... Dine göz kırpan stil, tarz, modanın iki meczupla üç rüküşe kalmasından da dirsek boyu ağda... Gel de Malezya olma!.." Nur Çintay A.

1.04.2008


"ben beni bıraktığımda, sen beni bırakma ya rab." Yunus Emre

1.02.2008

toute le mémoire du monde / kök temiz, filiz kirli


ben dedim ki "...romantizm boyutundan uzak bi sual. kendimi iyi hissettiriyosun sen, falan..."
u dedi ki "...bi de tuvaletten iki kişiyle çıkmışsın..."
ö dedi ki "...canın sağ olsun oğlum..."
ben dedim ki"...lakin ortadaki vahim bi durum var. yapmadığım bir şey için suçlanmak gibi bişi bu..."
b dedi ki"...belki o zamana kadar büyürüm..."
t dedi ki"...seni seviyorum ama sevmek benim için üzerine anlamlar yüklenen bişi diil..."
a dedi ki"...senden nefret etmiyorum. sen iyi bi adamsın..."
m dedi ki "...ben de seni seviyorum. gerçekten."