3.24.2009

Bu blogu ilk açtığımda takdir edersin ki boşluk sadece sen vardın. Arada derede seni de katarak kelimelerden anlamlı anlamsız bütünler oluşturdum, ordan burdan ben de bunu diyecektim diyerek serpiştirdim bi şeyler, hiçbir amatöryalığımı profesyonelliğe dönüştürmek istemedim.
Toplumsal hezeyanların, en girift aşkların, en akla kazınası mutlulukların, en iç sızlatan acıların; artık en neyi yaşıyorsam zihnimde, vücudumda; dile ne kadar gelirse işte o kadarıyla ifade etmenin yollarını aradım hep. Karmaşık cümlelerin, sıfat tamlamalarına boğulmuş isimlerin, tashih gerektiren devrikliklerin ardında bi sadelik aradım. Bulduğuma da inandım. Lakin gel zaman git zaman dilden klavyeye düşen anlamlı vuruşlar, bir atari oyunu gibi bir sağa bir sola yalpalamamı gerektirdi ya da öngörme zorunluluğu olmadan söylediğim her sözümün artık gittiği hedef belli olmaya başladı.
Ben bu blogu kendimi ifade etme aracı olarak görmemiştim hiç. Sadece ama sadece kendime yazdığım, kendime kendimi hatırlattığım, otuz yıl sonra "ne salakmışım" hissiyatıyla okumayacağım gerçek şeylerdi hep. Annelerin asla parantezünlemparantez erişemeyeceği yerlere konulan bi günlük gibiydi işte. Ama şimdi herkesin kendini -her anlamda- satmaya çalıştığı bi dünyada ben farklı/sıradan olamıyorum artık. Kimin ne düşündüğünü önemsediğin, münkeri nekiri ensende hissettiğin bir noktada ne komik olabiliyorsun kendince; ne de gönülden, kalpten (aynı şey değil lan) akıldan, fikirden, kıçtan bir şey çıkmıyor. İşte en derin, en karanlıktan yazabildiğim; kendimi en çok görebildiğim bu yerde boşluk ve benden başka izler de okunuyor benim suretimde artık.
Hiçbi zaman bi aktivist falan olamadım, pek çok hesap sorulasıdan hesap da soramadım, düşündüm, taşınamadım ama benim hayattaki özgürlüğüm/gücüm kimine göre can sıkıcı kimine göre cansuyu olan gerçek olmamdan ötürüydü(cikcik). Susmak da gerçekçi bir eylem olsa da sonuçları gerçek olamıyor(bekeze hayat üniversitesi). Dedim gerçekliğim de yalan olursa benim halim nice ya da Niçe olur, "Bitsin artık, götürsünler mektupleri" şarkısı çalıyordu arka fonda da.
En niyahetinde bu da son yazım. Bahar da geldi. Yenilenmeler olsun, rejenereler olsun, kuyruk koparıp kuyruktan kafa göz çıkarmalar olsun, 62'den tavşan olsun, olsun da olsun türlü suretlerle ben yine buralarda olurum heralde.
Öncelikle beni yalnız bırakmayan bu koca boşluğa; beni hep dinleyen, yargılamayan, ne desem mahkeme katibi gibi yazıp, derleyip, zaptırapt altına alan bu şirin şeye teşekkürlerimi bir borç bilirim. Sonra da blogumun isim babası olmasa da ikinci dereceden akrabası olabilecek ilham kaynağım Doysteyevski'ye, aileme, aşklarıma, aşıklarıma, arkadaşlarıma, giripçıkanlarıma, izbırakanlarıma teşekkür ederim. Siz olmasaydınız bin eksiktim.
"Ne? Nasıl?
Ama sormadı ablam
Sorabilirdi, çünkü
Düşlerde neler düşünüldüğünü
Bir başkası duyabilir "
Edip Cansever

3.16.2009

Belki rüyanda.

(Grafik: Scott King)

3.12.2009

Pembeyse başkasının olsun o zaman.

Biraz önce dışarıdan kapı gıcırtısı/kapı açılış sesi geldi. Bi an başkentte salonun salomanjesinde sokağa en yakın olan sandalyede oturduğumu hissettim ve tabii ki komşumuz eski Ankara asilzadesi Şükrağn Teyze kapısını açmış yine bi şeylere bağırıyordu. Bazen oluyor böyle hisler. 

Ordan da bu aklıma geldi, ortaokuldayken en büyük heyecanlarımdan biri her sene yenilenen gıcır gıcır çevre düşmanı kitapların ortalarından bi yeri açıp burnumu iki kağıdın kavuştuğu yere dayararak "Burası Almanya kokuyor, Burası Danimarka kokuyor" demekti. Genelde bilmediğim ülkelerin kokularını(ünlem) da tahmin yoluyla anlayabiliyordum. Tabi insanın en çok hoşuna giden şey, yakınında yamacında kim varsa sana inanmasıdır. Sıra arkadaşımın da bana hak vermesi beni bu konuda bir eksper yapmıştı. Hatta alanımda tektim. Kimse böyle salakça bi hareketi yapmıyodu da ondan. Neyse ben hala yaparım ama artık binli yaşlarımızda olduğumuz için ne sizi onaylayacak bir sekiz tuşumuz ne de o kadar uzak diyarlara götürebilen kağıtlar var. Kokular da mı aynileşti ki. Yoksa hayata bakışıma perde mi indi lağn?

3.01.2009

sadecepazarlarıyazılanyazı

   Kucubikucubikucubilavd fon müziği eşliğinde, sabah şekeri kıvamında raks ederek girmek isterdim programa lakin keyfimin yerli yersiz değişmesi beni bu tür kıvrak hareketlerden alıkoyuyor. Son zamanlarda değişen bişi yok da değil Ayça'cığım. Her şey o kadar ters köşe ki hızına ne ben yetebiliyorum, ne de durdurabiliyorim kontratakları -Fitbol terminolojisinde uzman prezentabl bay-. Sürekli koşmam yetişmem gereken her şeyler var. Tabi bu yürüyen merdivenleri bile tırmanarak çıkan modern şehirli insan repliği değil. Zihinsel, tinsel, tensel işte kafiye ne kadarını alıyorsa ona dair bişey. Müteheyyiç duruşumu mu kaybediyorum insanlığa karşı yoksa laağn diye de içimden geçmiyor değil. Sevişmekten başka yapılacak bi şeyin kalmadığı zamanlardaki apatikliğim gibi beni sinir eden lakin "yapıcakbişiyok" telkinimle kendi içinde cool duran duruşa "lö eğiğeksek duz puvan" diyorum. İyi boklar yiyorsun. Dün elime geçen 200 TLlik banknottaki Yunus Emre derler bir adamın sevelim sevilelim aforizmasına kanış belki de. İnsanın en doğal ihtiyacı bu etken ve edilgen eylemler yaraları sarar da yaralar da. Lakin bu bizim biçem kaygımız her noktada kendini gösteriyor. Nasıl olmalı da olmalı. Hemen kaçıp gidilmeli mi karanlık odalardan, dışarıda kocaman bir güneş varken. Kimse de olmamalı güneşin etrafında o zaman. O parlasa parlasa dursa ama gözünün gördüğü her şeyi aydınlatan bu gerzek daire bi insanın zihnini aydınlatamıyor. Kafama bi delik açsam aydınlanır mıyım sempatikliğinde espriler falan bile yapılabilir bu durumda. Ama şimdi hiçbi şeyin değeri yok, ne güneşin ne de onun ışınlarını yansıtan nesnelerin. Kimse yeterince sevilebilir değil. Ya da hakedişlerde bi sorun var. Bu yüzden insanları tanıyana kadarki ile onları kabullenişimizden sonraki evreler iyi güzel de. Peki o diğer ara n'olucak. Kopuşlar, Zeynep Tokuşlar, binbir çeşit delikten girişler çıkışlar, yine de bakışlar falan. Dünyayı sadece güneşle yaşamak mümkün değil ne yazık ki zaten o da dünyada değil. O yüzden bunu yaşamak, tükürdüğünü yalamak zorundasın ağıraksakçığım. Zaman ilaç değil ama, zaman çürütücü. Rahat ol, bırak somurt, kamaralar kapalı. Kimseye -mişçilik yapmak zorunda değilsin. Git hedonist falan ol neblim şimdi bilemedim ne diyeyim kendime. 

 
  
"When you're feeling down and your resistance is low, light another cigarette and let yourself go. This is your life." Beach House (ya da Queen)