12.20.2006

bu havada gidilmez!

"...Mevzu AB olduğunda, çook uzaktan bakan bizler bile bu kadar bezginken, siz memlekette ne haldesiniz acep? En büyük hüzün kaynağı, başımızı devekuşu gibi AB kumuna sokmuş olmamız, 'İsterim de isterim' diye salya sümük ağlamamız, 'AB olmazsa İran oluruz' korkusuyla yamanacak yer aramamız, bölünmüş kamplarda her gün daha yüksek duvarlar örüp birbirlerine diş bileyen insanlarımızla bir kıyamete uygun adım yürümemiz. Oysa her şey o kadar kötü mü? Ne petrolü ne gazı varken, mecbur olduğu için çalışıp üreten bir ülke, son 20 yıldır dünya pazarlarına çıkmayı da, malını ve emeğini satmayı da öğrenmiş durumda. Rusya'dan Orta Asya'ya, Afrika'dan Orta Avrupa'ya inşaatları, fabrikaları, markaları, işçi ve işverenleriyle Türkler zaten dünyayı fethediyor. 'Kapıkule'den ötesi' edebiyatının tabutu çoktan çivilenmiş. Bizde vatandaş devlete tur bindirmiş, içerideki zincirleri kırıp dünyaya kapağı atınca gücünün farkına varmış, gaza basmış gidiyor. Memlekette bu dinamizme güven, bu yaratıcılığa imkân olmadığı için herkes dışarı kapağı atmanın peşinde. Okun yaya, 'Senin götürdüğün, benim özgürlüğümdür' dediği gibi, gidenler aslında Türkiye'nin çok şeyini alıp götürüyor... " Suat Taşpınar

11.16.2006

know thyself

- saçımı kestireyim mi? + boşver iyi böle - değmezmişsin + nasıl yani
-------------------------
- saçımı kestirim mi? + çok kısa kestirmeeee + hani belçikadayken kestirdiydin ya + tarkan modeliii + öle yap - değmezmişsin + len
------------------------
- saçımı kestirim mi? + ne kadar + kestirdin mi - değmezmişsin + yaa
-----------------------
- saçımı kestirim mi? + kestirdin mi? + inanmam - değmezmişsin + haaa ay gozluum yok anam
--------------------------
- saçımı kestirim mi? + kestir bence - değmezmişsin
----------------------------
- saçımı kestireyim mi? + efenim ? - değmezmişsin + ne diyon yahu ?
------------------------
- saçımı kestirim mi? + evet + kestir - değmezmişsin + bu arka fonda duran fotodaki gibi yap
------------------------------
- saçımı kestirim mi? + hayıır! - değmezmişsin + kestir kestir
--------------------------------
- saçımı kestirim mi? + sen bilin - değmezmişin + kestirmek istiyosan neden kestirmiyosun?

11.05.2006

türkiyeli olmaktan tiksindiğim anlar

"Türkiye'de tarihi eserleri koruma konusundaki boşvermişliğin en son örneği, 'Çifte Minareli Medrese'de yaşanıyor. Selçuklulardan kalma, açık avlulu, iki katlı medresenin hemen yanına Büyükşehir Belediyesi tarafından 38 dükkân yapılıyor. İnşaat, mahkemenin verdiği 'durdurma' kararına rağmen sürüyor. Çifte Minareli Medrese'nin doğuya bakan tarafındaki işyerleri geçen mayıs kaldırıldı ve işyerleri yıkılan esnaf için 38 dükkân yapımına başlandı. Sivil toplum örgütlerinin tepki gösterdiği tarihi eser yanındaki yapılaşmanın önüne geçmek için dava açıldı. Erzurum 2'nci İdare Mahkemesi, 12 Haziran'da verdiği kararda inşaatın durdurulmasını uygun gördü. O günlerde temel seviyesindeki inşaat, verilen durdurma kararına rağmen devam etti ve neredeyse tamamlanma aşamasına geldi. Mahkemeye başvurarak durdurma kararı çıkmasını sağlayan avukat Necati Bölükbaşı, medresenin üçüncü derecede 'arkeolojik sit alanı', birinci derecede 'korunan kültür ve tabiat varlıklarından' biri olduğunu söyledi. Bölükbaşı, "Tarihi eserin tahrip olacağı, telafisi güç ve imkânsız zarar doğacağı için yürütmenin durdurulmasına karar verildi. Buna rağmen inşaat tüm hızıyla devam ediyor" dedi. Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, 'konu yargıya intikal ettiği' gerekçesiyle konuşmazken, belediye adına savunma yapan üç avukat, "Medresenin yıkılan ihata duvarı (medreseyi ve avluyu çevreleyen duvar) önüne, tarihi ve kültürel dokuya uygun, bu tarihi eseri de koruyacak işyerleri yaptırılıyor" dediler." Radikal
(Fotoğraf: Dick Osseman)

11.02.2006

Serbest Düşme

Bu ülke adam olmaz belki ama umarım bi gün kadın olur. Bu sözler naçizane kendime ait. Kadının delik olarak görülmediği kadın olarak görüldüğü bi bağlamdan bahsediyorum elbet. Yoksa hepimizin bir iki eksik fazlayla delikleri mevcut. Artık etliye sütlüye bilimum çeşniye karışmadan yaşadığımız hayatlardan kurtulma zamanı değil midir yahu. Gaza gelemeyecek kadar ağır iç yaralarım var -vah yazık- gerçi bazıları bu yaraları gurur diye göstere göstere geçitler yapmayı da seviyor ama. Siz sesinizi çıkarın. Birilerinin çıkarması lazım. Hayat zaten çok saçma bi şey. Mesela; 21 yıl önce: Uzun zamandır deniz yüzü görmemiş bir şehirde bilmem hangi hastanede münasip bi yerden gün ışığına ulaşıyorsunuz. 18 yıl önce: Neyüdüğü belirsiz bir orta anadolu şehrine doğru muhtemelen sarıp sarmalanıp yola çıkıyorsunuz. 15 yıl önce: Annenizin size getirdiği kırmızı önlüğe bakıp Germenlerin kintergarten dediği aptal Amerikalıların çoğunlukla kindergarden olarak yazıya döktüğü şeye gitmeyi reddediyorsunuz. Bu belki de sosyalleşmenize belki de en büyük keti vuruyorsunuz.
13 yıl önce: Kimine acı kimine tatlı vatana giderken aşağıdan baktığınız bulutlara yukarıdan bakılabileceğini-ve daha iyi görünebileceğini- akıl edebiliyorsunuz. 11 yıl önce: Yeni okulunuza attığınız ilk adımda karşınıza çıkan insanın tali kelamının size kravatının amarikadan it-al olduğunu söylemesiyle -farkında olmasanızda- özal sonrası çağın en nadide sünepe gençliğiyle hayat bulmak zorunda olduğunuzu derinden hissediyorsunuz. 9 yıl önce: O’nu düşünüyorsunuz ama o aslında belletildiğiniz o değilmiş. Başka o’larında olabileceğini görüyorsunuz. Ama her şeye rağmen o’larda “her şeyi kendi yanından görür, almak istediğini alır” prensibinin dil, din, mezhep, ırk, cinsel tercih tanımadığını görüyorsunuz. 4 sene önce: Köşeli bohçasını kapıp gelen eli kalem tutan gençlerden oluşmuş bir eğitim kurumunda geçiçi entelektüel proletarya’nın içinde avaraj üstü-kime göre neye göre- bi yer ediniyorsunuz. 3 sene önce: Hayatınızın ilk ummadık taşıyla karşılaşıp hayatınız en güzel günlerini yokluğuyla bile yaşattığı için tanrıya şükür edebiliyorsunuz. 1 sene önce: Artık eski bayramların nerede olduğunu sorgulama hakkına sahip birey oluyorsunuz. Bayram = Çocukluk gibi basit bi denklemi çözmek biraz daha vakit alabilecek tabii. 6 ay önce: Yüzde onlara tekabül eden hocadan önce derse girebilme olasılığınızın yüzde doksanlık kısmını oluşturan bi günde hocanızın Frenkçe “bugün erkencisiniz beyim” serzenişleri arasında genelde resimlerine ve başlıklarına bakarak avunduğunuz metro gazetesini çantanızın içine tıkıştırıp dersin akışına kendiniz bırakıyorsunuz. 3 ay önce: İlk kez göreceğiniz bir şahısı karşılamaya ikinci dereceden akraba ile gitme zorunluluğunuzun bulunduğu, “burada gril yapmak yasaktır” tabelası görmenin tabii karşılandığı bir diyardan ayrıldıktan bir gün sonra ikinci dereceden en sevdiğiniz kimsenin tarlasında annesinden kopardığınız salatalıkları yerken, zararlı otları yolarken bulabiliyorsunuz ve sonra tırnaklarınızın içindeki toprakları fark edip neyin mutluluk olduğu konusunda ciddi çelişkilere düşüyorsunuz. 1 ay önce: Hayatın televizyon dizisi olmadığını anlıyor dolayısıyla hayatınızı beş-on kişilik düşük bütçeli bi sit-com gibi sürekli aynı yüzleri görmek zorunda olmadığınıza-olamadığınıza- kimsenin sizin akıl ve ruh sağlığınızdan öte olmadığınıza kendinizi ikna ediyorsunuz. 2 saat önce: Kendine olan saygısını kaybetmiş ama başkalarına saygıda kusur etmeyen biri olup olmadığınızı sorguluyor. Ekranda yaşadığımız layık cumhuriyetin en güzide iki medya mıymıyının sesini kesip rahatlığın krallarının didaktik eserlerini dinliyorsunuz. Yalnız olmaya alışık bir bünye olduğunuzu her dem artiz kıvamda söylemenize rağmen sessiz de olsa aptal kutudaki hareket eden insanlar-insancıklara “beni koru” kıvamında sesleniyorsunuz. 1 Dakika önce: Şarjınızın bitmekte olduğu ikazında bulunan dizüstü bilgisayarınızı, içinde bulunduğunuz namüsait şeraiti, radyasyon yayan her türlü zerzevatınızı, sizi çevreleyen insanları-insancıkları, derslerinizi, mesleğinizi, hayatınızı çok sevdiğinizi içten içten hissediyor ama asla sadaya dönüştürmüyorsunuz. 6 Gün sonra: Kısa bir müddettir tanıdığınız bir kimseyle en sevdiğiniz sevmediğiniz yazarlar hakkında adam gibi sohbetler edebiliyorsunuz. Bu size tanıyıp sevip de bok çiş muhabbetinden öteye gidemediğiniz arkadaşlarınızla olan münasebetinizden yer yer sıkıldığınızı, utandığınızı ama hayatın tek boyutlu, tek bahisli bir süreç olmadığını kavrayıp her yöne açık olma telkinleri içinde mobil mezarınıza-uyku ölümün kardeşidir- uzanıyorsunuz.

10.19.2006

"İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür." Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.

Boşluğum sana söylüyorum gelenim sen anla!

*Bazen karalar üzerine aklı paklı latin harflerini kimin için yazdığımı düşünüyorum. Bazen düşünmüyorum. Bildiğim bişey var. Ben samimiyim burada. İnsanların aptal yorumlarına ya da telepatik tacizlerine ihtiyacım yok. Kimseye verecek hesabım da yok. Kimsenin de benden alacağı birşeyler yok. Böyük bir edebiyatçı olamayabilirim. Derdimi anlatamaya da bilirim. Ben kendim için yazdığımı düşünüyorum. Bazen de düşünmüyorum. * İnsanlar nasıl bu mertebe sabit fikirli olabiliyor ki. Gerçekten kalp-beyin ya da sol lob-sağ lob ya da sol karıncık-sağ karıncık dilemmaları yok mu onlarda? * Yalnızlığın kaderimiz olduğunu çok derinlerde hissediyorum. Acılı arabeskle değil ama belki bi kings of convenience'in tutunamayan halleriyle. * "Tutunamayanlar" ne de güzel bir sözcük. Oğuz Atay'ın ağzını öpüyorum. * Hangimiz yansıtan bi objeye bakmadan yürüyebiliyoruz yolda belde? En azından bi göz süzüyoruz. İnsanlık adına çok utanç verici değil mi bu? Ancak aptallar aynada kendi oluşturduğu kımıldanmalara bakar. Bu bağlamda maymunlar ve insanlar en aptal varlıklar esasında. * Artık biri olmak olmak istemiyorum ama hayatımız o kadar pazarlar, pazarlamacılarla doldu ki yakında kapı kapı dolaşıp insanların kendilerini pazarlayacağından korkuyorum. Neticede bi toplumda mı yaşıyoruz. Pazar payımızı arttıtıp, kesemizi doldurmalıyız mı? * a,e,o,p,d,b,ö harflerinine sadece harf gözüyle bakmadığımız can sıkıntısında içlerini doldurduğumuz zamanlarda umut fakiri bi arkadaşım "bu dünyadan dolu gitmek önemli, gerisi boş" dediydi. Neden bilmem onu tekrar görmeyi isterim şimdi. * Aşk, "Ben seni sen olduğun için değil, senin gibi olamadığım için seviyorum"dan ibarettir. Yani neymiş. Aşk düpedüz aşağılık bi duyguymuş. * Aşk sözünü sevmiyorum. Aşk diyen günümüz gençliğine 3 yıla kadar hapis ve 35 bin yetele para cezası öneriyorum. Kabul edenler etmeyenler kabul edilmiştir.* En sevdiğim özelliğim kelebek gibi sokup, arı gibi uçmam.

10.17.2006

"...birbirimizi, kazanılması gereken topraklar olarak görmüyorduk. Sonsuz bir barıştı bu. Ama her yanda sürüp giden savaşa kızmayanlar, bizim oradaki barışımıza kızdılar..." Kürşat Başar, Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları

10.14.2006

holey! artık popomla da gülebiliyorum!

"Önce O. P., sonra E. Ş.’a açtığı davalarla gündeme gelen K. K. şimdi de Nobel Akademisi’ne dava açmaya hazırlanıyor. K., “O. P. da, ödülü de bizim gözümüzde şaibeli” diyor. .... O. P.’un kitaplarını okudunuz mu? Okudum, okudum. Hangi kitaplarını okudunuz? Edebi olarak nasıl eleştirdiğinizi öğrenebilir miyiz? K. romanını okudum. Bir iki eserine de başladım ama emin olun 50-55 sayfadan sonra götüremedim. Zamanımın boşa harcandığı kanaatiyle uzak kaldım ama K. romanını başından sonuna kadar okudum. Onu da edebi değeri son derece düşük, ikinci-üçüncü sınıf romancıların yazabileceği kitap olarak görüyorum." www.ntvmsnbc.com

sullen boy

"And there's too much going on
But it's calm under the waves,
In the blue of my oblivion
Under the waves in the blue of my oblivion" Fiona Apple

10.13.2006

Ne gülüosun? Çok mu komik?

10.12.2006

zeytinyağı olunmaz, doğulur.

Büssürü büssürü şey bilip susmak çok fena bişey. Konuşursam Türkiye sarsılmaz belki ama iç ferahlığına erebilirim -belki yapayalınayak yürümek düşer nasibimize- Herkes semranımlaşıp dominant karaktersizliklerini üzerimize boca ederkene böyle susmak, uyuz olmak, dingin olmak(?), cool olmak artık o taraftan nasıl gözüküosa öyle şey etmek bazen fena koyuyor. İçimden fena fena şeyler geçiyor. Egzorsistlik bi vaziyete bürünmesem de eskiden dört duvar arasında seçtiği manitalarına dayak uygulayan şimdilerde ekranda metrekare başına iki damla gözyaşı döken, "saygı duyuyorum" insanı; (sevgili noktalı virgül bi gün seni kullanabileceğim bi yer olduğunu biliyordum.) Z sınıfı filmlerden birinden gelip bana "Sen sevemezsin!" diyip boynunu bükerek uzaklaşıyor dimağımda... "İftar yemeği verilmektedir. Allah'ın rahmeti bereketi üzerinize olsun. Afiyet olsun"... Herneyse ne. Demem o ki siz insanoğlu susuyoruz diye ses etmiyoruz diye artizlik yapıp durmayın bana. Bi gün herkese içimdeki nefreti kusasım gelio. O zaman pimpişman -pippişman, bin pişman- bi vaziyette sünnetliler gibi elim pijamanın önünü çekiştirir vaziyette dolaşabilirim. Ama içim ferah olur. Çizimlerin ne olur peki? Hade sittir git burdan. Boşluğa dalan vaaar!!!

10.08.2006

we're nowhere and it's now

"...Sofya'ya Hollanda'dan yeni taşınmış bir kızla tanıştım. Burada çok mutlu. O da Hollanda'daki ırkçılığa uyum sağlayamamış. Bulgaristan'da her şey daha insani diyor. Yakın zamanlara kadar Hollanda pasaportlarının her sayfasında sömürgecilerin hayat öykülerinin yer aldığı, Noel Baba'nın çocuklara getirdiği hediyeleri zenci kölelere taşıttığı bir ülkede yaşayamazdım diyor. Ona göre de asıl uyumsuz olanlar başkalarına özgürlük dersi verirken, sermayeleri, askerleri ve misyonerleriyle yüzyıllarca kasıp kavurdukları dünyadaki evrensel adaletsizlikten sorumluluk duymayanlar." Gündüz Vassaf

10.04.2006

deneme bir'ki

Selam boşluk, Senle uzun zamandır hesaplaşmamış idik. Bilmiyorum nereden başlamalı. Son dırdırımdan sonra fizyolojik, psikolojik, topografik büssürü şey değişti hayatımda. Bilmiyorum ne yapmam gerek, nereye uzanmak gerek. Elimle yani. Elimin altından kayıp gidenlerle ilgilenmiyorum bu aralar. Hayatımın büyük bi kısmıyla ilgili olsa da. Sadece bi yerlere uzanmak istiyorum. Yurttan sesleri dinlerken bi başka boşluktan- apartman boşluğu- müziğimle uyumsuz birlikteliğinden rahatsız olmadan huzurun dünyanın hangi köşelerinde olabileceğini düşünüyorum. Huzur hakikaten bizim içimizde mi? Ne kadar kaçarsak kaçalım popomuzun arkamızda olduğu prensibinden mi hareket etmeli? Huzur bence ikiye ayrılıyor. Bir iç huzur iki dış huzur. Dış huzurumuzu kapının huş ağacından mı yoksa çam yarmasından mı yapıldığı, kürtlerin şimal diyip bakamadığı o sarı kocaman şeyin gönderdiği sinir bozucu ışınlardan korunmak için ördüğümüz duvarların kalınlığıyla, taktığımız gözlüklerin afili camlarıyla ilintilendirdiğimiz kah ters kah doğru orantılarla, parası olanın gocunduğu bu akıl almaz sulu gezegenle bulabiliyoruz, ama iç huzur? Bilmiyorum. O hiç normal değerlerine ulaşamıyor. Aileler, asla ulaşamadığınız maşuklar, ulaşmak istemediğiniz aşıklar, füturuzca duyduğumuz fütürist kaygılar, arkadaşlar, onların patlattıkları çanak çömlekler, sizin onlarla kurduğunuz monologlar, çağdaşlarımızın keşfedip elimize, cebimize, dizimizin üstüne tutuşturdukları dikdörtgenler prizmaları falan filan. Ruhumuzun her bir hücresinin manda ve himaye fikrinde hemfikir oldukları zamanlar işte. İç sesin dış sesle olan muhteşem çelişkisini yanlız sizin fark edebilmeniz belkim de.
Hayat bu kadar kolay değil ağıraksak. Herkes çocukluğuna dönmek ister böyle zamanlarda. Ben ölümüme dönmek istiyorum belki de bilmiyorum. Ben neden insanların toprak yedikleri, altlarına sıçtıkları, ellerine tükenmez kalemle nebati motifler bezediği zamanlara dönmek istediğini biliyorum çünkü o zaman düşünmüyorduk. Birer küçük salaktık-hala öyleyiz- . Sülüktük. Sıçmak için bile annemize muhtaçtık ya da en hareketli organlarımızdan kırmızı, beyaz çeşitli kıvamlarda sıvılar gelmiyordu. Hayatın onlarla yürüdüğünü bilmiyorduk belki de ama insanın ölüme dönmesi daha güzel. Bilmek çok güzel bi kere. Sonunu görebilmek. kitapların, filmlerin, sokakların, karaların sonuna gelmek için gösterdiğimiz gayreti sonumuzdan kaçmak için gösteriyoruz. Bilmek bence dünyanın en güzel şeyi. Herşeyi bilmekse insanın sonu. O yüzden ölüyoruzdur belki. Belden aşağı irtifalarda gezdirmediğimiz kitaplarda söylenen melek belki bize herşeyi söylediği zaman ölüyoruzdur olamaz mı? İlla eline tutuşturduğumuz orağıyla, Neslihan Yargıcı rengindeki berbat kostümüyle mi gelip götürmesi gerekiyor bizi? Sanmıyorum.

9.26.2006

susarsak, su mu içeriz?

"Şikâyetten bıktık. Ekşimişlikten bıktık. Mutsuzlukları devletin, resmi tarihin, resmi yorumların üstüne atmaktan bıktık. 'Yerim dar, oynayamıyorum' bahanelerinden bıktık. Elimizi taşın altına soktuk. Dünya Bankası'ndan, UNESCO'ya kadar savunabileceğimiz bir model yaratmanın peşine düştük. Başarabilirsek, ki hiçbir şüphem yok, bu modeli ihraç etmek istiyoruz. Nereye? Tokat'a, Ağrı'ya, Giresun'a... Yükseköğrenimde hamasetten de usandık. Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz diyoruz. İddialı değil miyiz? Elbette, iddialıyız ama şıklıkta değil, akademik performansta iddialıyız! www.kapadokya.edu.tr'ye bir bakın, olmaz mı?" Alev Alatlı

9.18.2006

istanbul ankara istanbul brüksel gent brüksel anvers brüksel brugge brüksel lüksemburg barcelona brüksel anvers brüksel berlin brüksel paris disneyland paris brüksel amsterdam rotterdam amsterdam brüksel berlin antalya denizli ankara istanbul denizli yatağan bodrum yatağan akyaka marmaris yatağan bodrum yatağan muğla yatağan dalyan yatağan istanbul ankara... ve şimdi yine istanbul. bu sene ki baş döndürücü yolculuğum istanbulla nihayete erecek. bilmiyorum neden. bu kadar uzak kaldığım için mi yoksa görme kapasitemi aşıp bakma haddesine getiren bu köksüzlük duygusundan sonra istanbul'a o debdebeye katılmak, insanların vahşi hayatında yer bulmak istemiyorum. Bundan bi sene önce istanbul cangılını dünyadaki her insanın yaşamak isteyeceği bir mekan sanıyordum. ama insanlar istanbulu sevmeye de bilirmiş. ben de artık yavaştan kendimi kaptırmadan çekmek istiyorum. ama öyle bi girdapkine çırpındıkça içine giriosun sanki. kendini bi bok sanan çok katlı yığma taş binaların arasında ömrünü harap etmeyi bile düşünüyorsun. onlara yağ döküp yaladığın da oldu. her ruhsal doyumun ve bilmenin getirdiği bıkkınlıkla söylüyorum. Şu ecnebilerin "home" dediği bizim ise yuva diye duygusal gerizekamızla türettiğimiz sözcüğün tanımladığı işte o her ne ise onun içinde bi mühlet daha yaşamak istiyorum. mümkünse kimseyi görmeden. buradaki mavi duvarlar bana çok yardımcı oldular. hiç üstüme üstüme gelmediler. dünyadaki pis işlere bulaşmadılar. en azından insan değiller. ne kadar pis olabilirler ki. yarın yine o kimsenin anlamaya dinlemeye çalışmadığı sadece en tepeye çıkmaya gayret ettiği biçare memlekete dönücem. yeni arkadaşlarımla, yeni hayatımla, yeni buhranlarım ve eski aşklarımla beni bir başına koyacak. ama kendimi değersiz hissettiğim anda kapanına kısılan binlerce zavallıyı görüp sadist mutluluklara vasıl olmamdaki aslan payın kendisine addettiğimde yine gerim gerim gerinip, yüz yedi tepesiyle gerdan kırıcak. bi gün sensiz de kendimi bulabileceğim bi memleket olucak. o zaman 9 şiddetinde depreşsen bile sana acımicam...

9.14.2006

veni vıdı vıdı

*Yaşam geri bakarak anlaşılır, ileriye bakılarak yaşanır. S. Kierkegaard *Dünyanın en güç işi birşeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir. T. H. White *İnsan yaşamının dörtte üçünü yapamayacağı şeyleri istemekle geçirir. Çiçero *Bir adam en çok sevgilisini, en iyi biçimde ailesini, en uzun da annesini sever. İrlanda *Bir biçimde doğar, fakat bin bir biçimde ölürüz. Yugoslavya *İnsan dışı ile karşılanır, içi ile uğurlanır. Moğolistan *Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az incinirsin. Tibet *Kadınlar gülebildikleri zaman gülerler, istedikleri zaman ağlarlar. Venezuella *İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar, halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar. İskoçya *Tanrının gülü dikenli yarattığına hayret edeceğiniz yerde, dikenler arasında gül yarattığına hayret ediniz. Arabistan *Üç taşınma bir yangına bedeldir. Japonya
(Fotoğraf: lienosaurus.deviantart.com)

9.13.2006

Gürgen'ce!

"Karnı artık iyice belirginleşen sanatçıya fan club üyeleri; Kenan Doğulu'nun fan'larıyla Doğulu'nun konserinde bir araya geldiklerini söyledi. Bu haber karşısında çok mutlu olan Gülben Ergen; "İşte dayanışmanın en güzel örneği! Fan'larımla zaman zaman bir araya gelerek sohbetler yaparız. Onların fikirleri benim için çok önemli!. Hem Kenan'ın hem de benim fan'larım birçok sanatçı arkadaşıma büyük bir mesaj verdi" dedi." Sabah

9.05.2006

evrende yanlız mıyım?

"Bakakalırım giden geminin ardından,
Atamam kendimi denize, dünya güzel,
Serde erkeklik var, ağlıyamam." Orhan Veli

9.02.2006

Bu tekliye dikkat! (Kimseye ünlenmiyor aslında nokta da olur.)

*of. puf. karnım ağrıyor. içim sıkılıyor. bu blog mereti de kimse kapıyı açmassa gelinicek son nokta sanki. kuma gibin. her zaman kucak açıyor. karakucağam menem. aklımdan onbin tane meret (sıkıntı veren, hoşlanılmayan şeyler veya kimseler için kullanılan sövgü sözü) var. gözlerimin görme kapasitesini kısmak istiyorum. sorun bulaşık bezinin yer bezi olarak kullanımını görmek diil. daha büyük. canımı çok sıkıyor herşey. japonlar daha az mı şey görüyor acaba. öyle çektirsem kenarlardan. en azından serpil çakmaklı gibi. ama yok estetik operasyon beklicek. o vakit güzel günleri de göremem ki. keşke güccük pilens gibin herkesin böyle bi gezegeni olsa.- tamam küçük esnaflığı da geçti bu direk seyyar satıcılık ya sus ağıraksak-. *ya of şarkılar ne için dinnenir? ne için yazılırlarsa o için değil mi biraz da? yahu sebilimiz sübyanımız nie büyük acılar çekmiş gibi şarkılar dinliyor, ya herkes kendini unutulmuş yeşil"cam" artizi sanıyor sanki. allam yeter ya. kimse kimse için ölmüyor ki nie kendimize işkence ediyoruz. anca bir kimse bir kimse yüzünden ölüyor. of bu şarkılar gerçekten ya of. geçmesini bekliyorum. gazetelerin tencere, tava, araba sattıkları dönemlerinin geçişi kadar kısa(!)-bu işaret sanki "şaka bi yana" kadar sevimsiz bi rospu çocuğu işareti sanki- olsa keşke. *insanlardan da rahatsız oluyorum artık. yaşlandım mı ben? ama hayır yaşlanınca biri gelse de bahçemizdeki eriklere dalsa diyeceğiz. yok bu yaşlılık değil. ama kendimi hayattan paso darbe yemiş bir hayat erkeği gibi de hissettiğim doğru. hayır yakınımdakiler siyasetçi değil ki neden beni il yapmayı vaad ediyorlar? hayatta bi kaza olmak kadar huzur veren bişi yok. bi çektirin gidin. bak hala yakamda. * sevmek de çekilir dert diilmiş be boşluk. kişisel telkini tasfiye ediyorum artık. *Sıradaki parça dünyalı dostlarımıza gitsin roger sanchez söylüyor another chance...

8.28.2006

*bişi diicem ama kızmayacaksın tamam mı? hayatı seviyorum. sanki ayıp gibi geliyo bana. *nasıl demeli ki nasıl izah etmeli. iltimas yapmaktan başka bir çıkar yol var mı? ama yok etmicem bu sefer. yazarlar çizerler türkücüler pandomcileri taklit ediyoruz. coğrafya gibi sonuçları bir sentez olarak sunan bir bilimiz sanki. saf diiliz. anca saftirik olabiliriyoruz. *okumakla hadım olunmuyor abazalık baki kalıyor. küçük kabartılarımızla yaşamı seviyoruz. ne ayıp. ne ayıbı ya bi sus taşralı seni. *cinsel devrimimiz tamamlanmadan aşık meşk diye saçmalıyoruz.. illa tükkanın önü açık olucak. o hiç gelmicek ki. *ya sonuçta bu allahnan benim aramdaki bişey. ya sonuçta bu bi ihtiyaç. bıdı bıdı bıdı.*"neden geceler bu kadar sessiz? neden rüyalar bu kadar uzak?" rafet el aman

8.20.2006

çog mu momik?

"Belçika'da Flaman-Valon çatışması bitmiyor. Ülkenin Almanca konuşulan Flaman bölgesi lideri Yves Leterme 175 yıllık Belçika devleti için "Tarihin bir kazası. Kral, futbol ve biradan başka hiçbir ulusal değeri yok" dedi. Şok yaratan bu sözlerin sahibi Leterme Fransız gazetesi Liberation'daki ropörtajında Fransızca konuşanlara da yüklendi: Akıl kapasiteleri Almanca öğrenemeyecek kadar sınırlı..." Sabah

"huhuh ohumah istiyorum!"

"Okulun Mütevelli Heyeti Başkanı yazar Alev Alatlı, "Kapadokya aşığı mali müşavir M. Ş. bir rüya gördü, bu rüyayı yaşama geçirdik. Genç nüfusumuzu kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayabilecek becerilerle donatamazsak, bugünün Kandil Dağı, yarının Erciyes'i olabilir. İşsizliğin ülkeye neler getirdiğini görüyor ve yüreğinde bunu hissediyorsan bir şeyler de yapmak gerekti. Biz de şikayet etmedik. Elimizi taşın altına koyduk""(iki tırnak işareti bir hamama yakışır) Sabah

8.15.2006

close

"I don’t put a smile upon your face no more I can’t make your heart shine like it did before You don’t listen to my stories anymore You can’t comfort me the way you did before Was I too loud?, was I too bad? Was I too open? Was I too high?, was I too fast? Was I too close? I don’t feel your lips like the first kiss I’d rather run away than sit to face the truth Was I too proud?, was I too hopeful? Was I too needing? Was I too crazy?, was I too long? Was I too giving? No matter how far, no matter how long I will be there" télépopmusik

8.13.2006

"Hollandalı arkadaşım, "Türkiye'de insan hakları ihlalleri ibret verici, insanlıksa müthiş" dedi. Teşvikiye metrosunda düşünce, yardıma koşanları anlatıp bitiremiyordu. Kendine gelsin diye bir odaya almışlar, isterse hastaneye, evine, refakat etmeyi önermişler. Bir ay önce Amsterdam'da süpermarketteyken tersi olmuş. Olmaması gereken yerdeki malzemeye çarpıp düşünce, etrafındakiler suçlarcasına bakıp, şahit olmamak için gözlerini kaçırırken, ilgililer, ihmallerinden kaynaklanan kazayı görmezlikten gelmişler. Aynı, Irak'a uygarlık götürdüklerini iddia edip, birbirlerine düşürdükleri, acz içinde bıraktıkları yerli halkı suçlayıp aşağılayanlar, İsrail'in işlediği savaş suçlarının adını koymadan, "Ama Hizbullah..." diye başlayıp, kendiliğinden menkul küresel hakem pozisyonlarından üstünlük taslayanlar gibi. Dünyamız isyan edenlerle, suçlu sensin diyenler arasında ikiye bölünüyor. Magna Carta'dan bu yana insan haklarını evrensel ahlakımızın parçası haline getiren uygarlıklar, uygarlık götürdüklerini iddia ettikleri yerlerde yaşam hakkını çiğniyor. 20. yüzyılda devlet terörizmi dengesinin iki ayağından biri olan Sovyetler Birliği'nin çökertilmesiyle Anglo-Amerikan egemenliğinde Batı, yüzyılın başında olduğu gibi meydanı tekrar boş buldu. İnsan haklarıyla hukuku, 21. yüzyıl haritamızda geçersiz kılmalarıyla, biz de türümüzde hâlâ varolan içgüdüsel duygularımızla sürdürmeye başladık insanlığımızı. Bir yanda Batı'da toplumsal kurumların kayıtsızlığında anonimleşen insan ilişkileri, bir yanda insani duyguları infiale indirgenen mağdurların adalet anlayışı. Bir yanda Batı'da yalnızlaşan, korkuyla beslenenler, bir yanda mağdurların intikama yönelme potansiyelini taşıyan içgüdüsel duygularının tezahürü. Bir yanda gündelik yaşamlarının tüketicisi, değer mefhumlarını yitirip her şeyin fiyatını bilenler, bir yanda ölümle iç içe yaşamaya mahkûm edilen, hayatta değerli bulduklarımızın maddi karşılığı olamayacığını bilen, mağdurlar. Yıllar önce İngiltere'de bir çift, bakmışlar ki ülkelerinde cürüm artıyor, eğitim ve sağlık sistemlerinden gelir dağılımındaki adaletsizliğe kadar her şey kötüye gidiyor, insanlar psikiyatristlere muhtaç, kültür metalaştırılıyor, demokrasi oligarşiye dönüşüyor, ırkçılık kol geziyor, ne yemekleri yemek ne iklimleri iklim, çocuklarıyla haritayı açıp uygun bir ülke bulmuş, tası tarağı toplayıp taşınmışlar. Bir hafta geçmemiş, Güney Amerika'da İngiliz müstemlekeciliğinden kalma Falkland Adaları'na, Arjantin'in sahip çıkmasıyla gittikleri yerde savaş çıkmış. Yitirdikleri değerler peşinde Batı'dan kaçan Batılılar, hiç olmazsa emeklilik yıllarında huzura kavuşabilecekleri, alıp başlarını gidebilecekleri bir dünyayı gün geçtikçe yok eder oldu. Davos toplantılarında, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü'nde aldıkları kararlarla kârlılık adına desdekledikleri totaliter rejimlerde, çökerttikleri ekonomilerde, neden oldukları göçlerle milyonlarca insanı Batı'ya sığınmaya, onları aşağıladıkları işlerde ikinci sınıf vatandaş olmaya zorladılar. Şimdi bu insanların yaşam tarzları, tepkileri, Batı'yı kendi evinde de huzursuz ediyor. Küreselleştirdikleri dünyada tatil için seyahate çıkmaya korkan Batılı, artık kendi evinde de korku içinde yaşıyor. Kendileriyle birlikte başkalarını da batırıyorlar. Belki teknolojilerine güveniyorlar, belki de mahvettikleri dünyayı yoksullara bırakırken kurtuluşlarının uzayda olacağına inanıyorlar. Batı, kendi uygarlık bunalımı içinde yolunu kaybetmişken, infaz ettiği vatandaşlarının organlarını bile satan 21. yüzyılın dev adayı Çin, olup biten karşısında ellerini ovuşturarak gelenin gideni aratacağı tahtına oturmaya hazırlanıyor. " Gündüz Vassaf

8.11.2006

acaba nedir nedir?

8.08.2006

bir kadım bile yok, anlıyor musun?

*belirsizliklerin hayatımızı belirlermesi biraz garip değil mi yahu? yani hani belirsizlik ya belirlememesi lazım sanki. yani yasaklamak yasaktır veyahut asla asla deme gibi bişi bu. ya da değil bilmiyorum. *bir çok annenin dolup taştığı kaderi yaman bir topografyada bizden ötede olan beriki medeniyetlerin anca kaplarını kacaklarını oğuşturarak hangi seviyeye yükselebiliriz ki? cin de çıkmıo zaten. ama çıkaydı şu anda iç ferahlığı, kimsenin pekmezinin dökülmediği bir cihan bi de yapay çiçeklerin yerini esastan çiçeklerin kapladığı -oksijen manyağı olurduk lan-bir türk diyarı isterdim. düşünsenize yahu. aa ne güzel bi dünya olurdu.

8.07.2006

gelin protonlar bir olalım!

bi dakika bi dakika şu an elimize ulaşan son bir haberi iletmek istiyorum. şu an dünyanın en bahtiyar insanı benim. birazdan geçicek ama olsun. adrenal diil bu başka bişi. vur-kaç taktiği uygulayan eşkiya hormonlar sizi. kırk yılda bir kendi dünyamızdan geçen ve sadece bir kaç "yüz metre koşusu" "uzunluğundaki hissiyata veda ediyoruz. el sallayın.

aaa-politik

"Cümlemize hayırlı olsun. Zaten Mesut Yılmaz da Erkan Mumcu'yla anlaşmış, 'vatan'a dönüyormuş. Demirel'in gıdıklanmadığı an vaki değildir. Ecevit de iyileşti mi, frigoları hazırlayın. Korku filmleri sadece perdeyi değil hayatı da basabilir. " Nur Çintay

avec que? ou qui?

"fill your life with something else baby" editors

7.23.2006

kaygısız aptal

-aaa bak hayat kuş geçio? hayat hiç oralı olmamaktadır. bu durum da hayata tükürüklü bir öpücük kondurmanın da manası meali yoktur.

7.22.2006

"bazı zavallıların dediği gibi deme sakın. onlar şöyle diyor: - benim oğlum arslan gibi! bir seksen, bir doksan boyunda, 70 kilo, 80 kilo diyorlar. ona diyorsun ki, bu ölçü insan ölçüsü değil. metre ile ağaç kütükleri ölçülür, metre ile kereste ölçülür. Senin oğlun odun kütüğü mü, kereste mi ki, bunları ölçü olarak gösteriyorsun" dualı namaz hocası yusuf tavaslı kişisel not: bu kitabın fazlası kesinlikle zarar. Fotoğraf: B.K.

7.21.2006

bu kaç?

"Bir gazetede gördüğüm haber başlığı şöyleydi: "Yeditepe Üniversitesi, Atatürk ilkelerine bağlı öğrenciler yetiştiriyor." Ne yani, öğrenci Atatürk ilkelerine bağlı olmak için mi üniversiteye gidiyor? O iş ilk ve ortaöğretimde yapılır. Üniversite dediğin belli konularda uzman (ya da uzmanlaşmaya hazır) kişiler yetiştirir. Üniversite her türlü ' izm'in sorgulandığı yerdir. " Emre Aköz

7.19.2006

papa don't preach

umut dolu bir hayat bekliyor sanıyordum bu yenilenmiş türkiye sezonumda. ama hiçbişey öyle değil imiş. zaten hiçbişeyin beklendiği gibi olmayacağını uçak yere sürttürdüğü zaman türk menşevli kardeşlerimizin el çırpmasından anlamalıydım. altı ayda muasır medeniyetler seviyesine gelmeyi beklemiyordum ama... bişeyler işte. bohçamı toplayıp sudan'a gitmek iç savaşlarına beyaz bayrak sallayarak katılmak istiyorum. insan ideallerinden çok küçük olunca bir anahtar-kilit ilişiksizliği vuku buluyor. hafif kadınlar gibi "bu hayatı ben seçmedim tamam mı?" demek istiyorum. baba-ı alinin egolarını ben tatmin etmek istemedim. ben istemedim böyle olsun. yoruldum artık. ben kendi hayatımı yaşarken başkalarının benim hayatım üzerinden prim yapma sevdalarını anlamıyorum. ya bu benim kendi hayatım yahu. niye beyninizin masturbatik sıvılarınızı dimağıma boşaltıyorsunuz. çocuğuma bunları yaşatmayacağım na şuraya yazıyorum-nereye nereye?-. ben istiyorum ki içinde kompülsif geçen bir sinir hastalığından yatırsınlar beni bi düşünen adam bi sıçan adam bi örümcek adam ne bileyim hiç olmadı napolyon olayım. insanlardan korkuyorum. bunu daha önceki noter vekili nihat beyanlarımda da belirtiğim üzre. insanlarla iletişirken üzerime bir kondom geçiriyorum. daha sonra üzüntülere gebe kalmasın diye yaşantım. of ağıraksak yapma böyle. bak filistin olsun neblim dünyanın binbir köşesi yaz köşesi kış köşeşi. ama olmuyor işte. ille de bencil zencilik. hamiş: yaz kızım. hayatının top on kısmında köklü değişiklikler yapılacak-aragaz-.

7.18.2006

hızır aciz

oğul: selam oğul: çay var mı? babası: var var babası: azzz sonra oğul: ii hanımına söyle bi maniniz yoksa oğlunuz size gelecekmiş de babası: bekleriz dedi

7.17.2006

Korkuyorum Anne

7.04.2006

ich bin nich ein Berliner

bugun eski mesklerimi zikrettim de ne fena biriyim. tamam kutsal bir vaka vuku bulmus degil belki ama. niye yani-sacmaliyorsun hayir-. bugun bir hosum. icim huzur duygusuyla doluyor ustelik belirsizligin testisinden. belirsizlikten de ziyade bir kokteyl kivaminda. ama cok da hosunuza gidiyor bu. "tekrar aranmak" o sekerleme reklamlarindaki yasli amca ve teyze misali ustelik biraz da cikar yumaklariyla orulu bir halden sinekten yag cikarircasina duygusalliklarinizi sandiklardan cikariyorsunuz. a ne cok duygusallik varmis yahu. unutmusuz azizim. onlari kornise gecirirken kollarim pek yoruldu ama mis gibi de oldular. kalbimn namusu bu durumda duygusalliklar mi oluyor. agiraksak mubalaga, tesbih, tecahul arif soz sanatlarinin agdasi seni de rahatsiz etmio mu? fak yu. neyse neyse bugun kendime testisi elinde isimli parcayi kemal temizden kendime armagan ediyorum. bakin freudyen geometriyle yaklasmayin yakarim.

6.26.2006

sadece ciddi olanlar lutfen

cok ciddiyim. eve donmek istiyorum. hayir bulundugum mekan degil tek sorun. baska parametrelere bagli olarak da boyle hissediyorum. ya da ne dedigimi bilmiyorum. korkuyorum. yanlizliktan mi hayattan mi bilmiyorum ama bu korkutugum sey kafasi kadar gozluk takanlar ya da kelvin kilayn donlarinin gozukmesi icin eller havaya yapmasi gerekmeyen insanlar kadar korkunc. bir o kadar da ciddiye alinmamasi gereken bisi ama aliyor insan ister istemez. *yarin akrabalarimin yaninda olacagim. ya bogulursam diye de korkmuyor degilim. *iyi ki masuklar var hayatta yoksa cok kisioglu cok basarili olabilirdi. mesela bakin ornekliyeyim hemen ebru gundes neden boyle cunku deli divane isimli video klibinde annesi olacak o zalim kadin kafasina kafasina geciriyordu cantayi hanfendinin. iste sonuc. *aile kadar garip muessese gormedim yani bu sado mazoculari bile anliyorum ama bu aile muessesini anlamiyorum. *para insani pek rahat ve mutlu eden bi olcu ozellikle likitse. kisveli harikalar kampanyasi. yalanin bini bir para!

6.22.2006

hos musan dolu musan bos musan

uykum geldi yatmaliyim. insan kendini surekli bisey yapmak zorunda hissetmesi, ayrica bunu biraz da birileri icin yaptigini hissetmesi cok fena. umarim altimdaki yeni kimse horlamiyodur... ( uc nokta niye konuyo oraya? kayip genclik)

6.21.2006

sihirsiz mantarlar

icinde bulundugum nadan kimselerden siyrilmak istiyorum. ama ne kadar. kendindem de biraz. son sinavima giriyorum. cep telefonunu once hupletip sonra gumburdetmek de istiyorum ama kontorum pek fazla degil. bir kac saat sonra basimi camina yaslasyip mazosist zevkler aldigim otobusum kalkip beni baska illere goturecek. yolda giderken yine agaclar gorecegim. hepsi ayni-bakar kor-. bi yerlere kac kilometreler kaldigini bilmeden seyahat etmek niyetindeyim. umarim gordugum iki tabela arasindaki mesafe farkini gecen zamana bolmek suretiyle kac zamanda varacimizi, otobusun hizi gibi hayati guzel kilamayan ayrintilara takilmam da adam gibi uyurum. insanin nereye ait olmadigini gormesi de bir seydir. siki siki siki kopye gucu! ve tekrar yayini 'Ben düşüncenin suç olmaktan çıkarıldığı bir ülkede yaşamak istiyorum' Perihan Magden

bilen çok, cevap yok nasıl olsa

*Şu andaki hissiyatımı dillendirmek istiyorum. Bak dillendiriyorum. Gerçekleri yalnızca gerçekleri söyleyemeyeceğim içinse üzgünüm. *Bugün otobüsle Paris diyarından Brüksel diyarına seyahat ederken çok fena şeyler hissettim. Ama bu elindeki altınları göstermek için şuraya diye el eden teyze modeli değil. Bu benim en saf en altında Freud amcanın cinsel bir takım numaralar bulamayacağı bir şey. *Korkuyorum. Neden korkuyorum o da muamma. Sanırım bunu boşluğa söyleyemem. *İnsani boş bırakmamalı belki de sırtından ab-shaperı karnından biranın etkilerini eksik etmemek gerek. İnsan düşününce çok fena oluyor. Geceler gibi. Aslında insanlar gecelerden korktukları için uyuyorlar belki de. Ya da biricik tanrım biz kafayı yemeyelim diye uykuları icat etti. Şimdi bırak ağıraksak Amerikaları yeniden keşfetme. Sana ne? *Demem o ki gecelerin üzerine yapılan nağmeleri inlemeleri bir külliyat halinde yayınlasak hiçbir hanımefendi kafasına koyup da hanımefendi gibi yürüyemez. Üstelik “ben dünyanın en gözel garısıyam” bile demeye fırsat vermeden yere yığılır kalır. *Yolda tarlalar ağaçlar gördüm. *Konsept bu değil. *Boşluk ne kadar az doldurursan o kadar var olur. Belki de yok olur. Bilinmez böyle şeyler. *İki erdemli insan demiş ki “çözülmemiş bir gizem istiyorum, parçaları kayıp bir yap-boz istiyorum” demiş. Senin anlaman gerek esasen boşluk. Ne zamandan beridir boşsun. Herkes bunları istiyor bence. Herkes sürüklenmek istiyor. Birini çok sevmek, çok acı çekmek ileriki yıllarda diğerlerine anlatmak için film senaryoları istiyor. Tabi ki başrol ve kaprisler. Kimse gıdık yapmak istemiyor, istenmeyen tüyler hiç istenmemişti zaten malumunuz. *İyi ki aşk var. Bu iyi ki Atatürk’ün Allah’ın olması gibi. Yani mesela tanrı dediğimiz olgu. Bazen istenmeyen kimse oluyor. İşimize gelince istenen ya da. Aşkı istiyoruz ama aşk için gereken gücümüzü ve acizliğimizi yalnızlıktan alıyoruz. Ne yaman çelişkiler. *Şairler garip insanlar saçmalayıp hayatı çok güzel ifade edemiyorlar. Yani edememeleri çok güzel. Çünkü edemeyeceklerini biliyorlar. *Aslında bu yazı paradan sudan olması gerekiyordu ama maşuk yine galip geldi. Gelsin yeter ki gelsin. Mavilerde boğulmak için bir sebep daha. *Yeni insanlar tanımak kaç kalori yakıyor acaba. Selülitlere iyi geliyor mu mesela. Hangi bölgemizi çalıştırıyor. *Kadınlar hakkında edindiğim temel bir öğretiyi Arap bir arkadaşımdan öğrendim. Daha doğrusu üçüncü göz gibi bir şey. Şöyle söylemişti er kişi. Kadınlar eğer senden daha iyi bir seçenekleri varsa sen asla varolamazsın. Yani bir haza hanfendi sizinle müşkül ise bilin ki onun için en iyisisiniz o lahza.-bana da lo lo lo yaparsın belki- Tabi ki belirli bir süre. *İyi ki erkekim.

6.12.2006

bi baktım ki hiç bişey anlatamamışım..

*gidiyorum ben.*bu brüksel hanesinden yazdığım son hezeyanım olacak sanırsam. aslında ne yazılır onu da bilmiyorum. sadece herşeyi son güne sığdırmanın getirdiği bi telaşla bunu da yazayım dedim. mesela yazarlarda böyle mi acaba. ama onlara para veriyorlar. benimki kamu hizmeti bile değil. olsun şu lahza içimden ve etrafımdan geçenleri yazabilirim.* iki yan balkonda iki türk gece hayatı anılarından bahsediyorlar. ama ben bülent ortaçgille onları bastırdım. yan tarafımdaki afro-mülayim kız gelmez ise iyidir.* bi gündür(samimiyetsiz ünlem) arkadaşımdan istediğim linki arkadaşımın yoğun çabaları sonucu bulmasının akabinde ben o linki kaybettim. * linkin türkçesi yok mu yahu? * niye içimden biyerlere gitme isteği söndü bilmiyorum biri bana deniz kokusu getirse keşke. * büyümeye başladığımdan beri insanları anlamayı bıraktım. acaba kötü mü yaptım? * onu bunu aramak, elektrik faturası yatırmak, müşteri hizmetlerine bağlanmak, danışma bölümlerine danışmak hayatta haz edemediğim ürktüğüm, sesimin titrediği, tüylerimin diken yanaklarımın gül olduğı anlar. milyon dolarlık bebek bile olsanız oradaki askeri ücretli ağzında sakızla vernikli ahşap "tezgah"ın ardındaki sosyete pazarından alınmış d&g sıfır koldan fışkıran bıngıl kollara teslim etmeniz gerek kendinizi. yani belki bu açıdan güzel. sosyal adaleti ya da adaletsizliği bu şekilde dengeleyebilirsiniz. sosyal patlamaları ancak arjantinde görürüz böylece. ama niye benim gibi zavalli bir "bilinçli loser"a eziyet edersiniz. ben sizin çekmecenizde duran örgü şişlerinizi üst katlarınıza, asal çarpanlarınıza diyor muyum? gerçi onlarda asla asal çarpmazlar size ama. benimki de laf. * geçenlerde ergenlik sonunda emokid olabileceğime hükmettim. ama ruhen. fiziksel olarak asla o kadar yetenekli olamam. * sanırım hayatımı fotoğraf çekerek hayatımı kazanabileceğimi bilsem fotoğraf çekerek hayatımı kazanırım. * dua edin boşluk da nakitim yetsin izafi uzaklardayken.* sanırım asla bi diyara kök salamayacağım. korkuyorum. ben dünyalı olmak istemiyorum. ben bir şehirli olmak istiyorum. ibrahim tatlisesin bilbordlarda sırıttığı gibi değil ama. o şehrin içindekiler kısmında E303 olmayacak, islami usullere göre biçilecek ve son kullanma tarihi benim defnimden bilahare olacak. bi de perihan mağdenin anasına şehit analarının küfretmeyeceği bi diyar olursa iyi olur.* sana doğru geliyorum istanbul. beni bekleme. hiç beklemedin zaten. sadece nefes alabilecek kadar yer aç yeter. doğalgazlı da olsa iyi olur. * bu sene içinde bimbambom demek istiyorum. şan eğitimsiz ne kadar derim bilmiyorum ama. alaylı ağıraksak *"yanlızlığım benim sidikli kontesim." Ezginin Günlüğü

6.11.2006

"Laf döndü dolaştı ve Ö. şöyle dedi: Yabancı bir ülkeye yerleşebilir, oranın dilini ve kültürünü sular seller gibi öğrenebilirsiniz. En küçük bir 'falsonuz' olmayabilir. Taa ki çocukluk anılarından söz açılana kadar. O kültürü sonradan edinmiş kişiler susup kalır. Çünkü kendi çocukluğu ile sohbet ettiği insanların çocukluğu arasında hemen hiç ortak yan yoktur. Ben de ona İkinci Dünya Savaşı'ndan bir örnek verdim: Amerikalıların, Alman ajanları yakalamak için geliştirdiği tekniklerden biri de, şüphelendikleri kişiye pat diye bir popüler kültür sorusu yöneltmekti: "Birader, Süpermen'in sevdiği kızın adı neydi" gibi... Adam kem küm ederse, vay haline! Bunlar küçükken öğrenilen fuzuli bilgilerdir. Ama aynı zamanda çocukların ortak referans noktalarıdır. Aynı kültürde yetişmenin, aynı duyguları hissetmiş olmanın göstergesidir. Özetle sosyalleşmenin parçasıdır. Mesela benim yaşımda bir erkeğe, "Siz 'kaptan' oynar mıydınız" diye sorsam, neyi kastettiğimi hemen anlar. Çünkü dönemin hemen bütün erkek çocukları 'kaptan' adlı misket oyununu bilirdi. Sever sevmez, oynar oynamaz; o ayrı konu. Gelelim günümüze... Günümüz kent çocuklarının ortak referansları neler? Bir kısmı için TV dizileri, futbolcular, bilgisayar oyunları değil mi? Akşam TV'de arkadaşlarının da takip ettiği TV dizisinden ya da önemli bir maçtan mahrum bırakılmış bir çocuk, ertesi gün okulda ne yapar? Sus pus oturur ve acı çeker! Evet acı çeker! Psikiyatri profesörü Yankı Yazgan geçenlerde bir konferansta aynen şöyle dedi: "İnsanlarda bir topluluğun içinde yer alma dürtüsü vardır. Böylece bir kimlik edinir ve mutlu olurlar. Topluluklara dahil olmayanlar, gruplardan uzak duran insanlar ise acı çeker." (Beyin çalışmaları bunu gösteriyor.)" Emre Aköz

beni türk polislerine emanet edin!

"...Karakola uğrayan, 24 yıllık trafik polisi, sürücülerden yakınıyor. Karşısına her gün "Sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyen birçok kişinin çıktığını anlatıyor: "Lüks otomobiller kullanıyorlar. Çoğunun mesleği, işi yok. İkinci cümleleri genellikle haritadan kendine yer beğen, olur. Olmazsa rüşvet teklif ederler." Ardından geçenlerde yaşadığı ilginç bir olayı naklediyor: "Gece vakti yolda zikzaklar çizerek gelen BMW’yi durdurdum. Adam sarhoş. Konuya doğrudan girdi. Kim olduğumu biliyor musun, deyiverdi. Bu sırada telefonum çaldı. Kızım arıyordu. Üniversiteye hazırlanıyor. Bilgisayarın karşısında ders çalışıyormuş. Google’a gir ve Ahmet B. kimmiş bir bakıver, dedim. İki dakika sonra aradı. Hiçbir bilgi çıkmamış. Adama döndüm. Google’a baktık beyefendi, siz bir hiçmişsiniz, dedim..." Hürriyet Pazar

6.09.2006

ben sarılim mi o bana sarılmazsa?

-birtakim düşüncelerden sonra-...ama sol ile sağ duyularını birbirine karıştıran bir takım insanlar da "oyuna gelme" gazete manşetleri yerine son derece de terbiyesiz bir üslupla anayasayı yüzümüze fırlatıyorlar, yemez ise masaya hafifçe ittiyorlar. niye yahu? kötülükle iyiliği toplasan etkisiz eleman dedik. karma dedik. bağrımıza bastık kötülüklerimizi, sevdik. niçe dedi her duygu mübahdır. matah bişi sandık. duvarlara işedik, oraya geldik ebenizi siktik, deli deli insanlara alkış tuttuk, duvarlarımıza astık, bazılarını her gece öptük... hani bi hal vardırya. sancılı bi süreç. bu dünya sıçıcak mı artık doğurucak mı ne yapıcaksa yapsın. canımı sıkmasın.

6.08.2006

güçsüzler güçlüler kadar bişey olduklarında n'oluodu?

"Ben düşüncenin suç olmaktan çıkarıldığı bir ülkede yaşamak istiyorum. Bu dava, yurdumuzda vicdani kanaatleri belirtmenin suç olmaktan çıkarılmasına katkıda bulunacaksa bu çileyi de hakikaten sevinçle çekerim. Zira benim yurtseverlik tanımım, yurdunu hakikaten sevenlerin, en temel hak ve özgürlüklerin tanınması için elini taşın altına sokması gerekliliğine dayanıyor. Yazının yurtsever bir yazı olduğuna inanıyorum. Ve dramatik ama yürekten bir son olacak: Buyrun elim taşın altındadır." Perihan Mağden

6.07.2006

sol yap, sol yap, biraz yukarı, hah ora

"Üff ne tuhaf bi şey yaşamak. Yaşasam da kurtulsam." Abdurrahman Diliuzun

6.06.2006

kustukça sıra bana gelecek.

*bugün hayatımda ilk defa bi şiiri ezberledim-ezberleyene değil ezberletene bak-. insanın kendini iyi hissetmesi için fevkalade bi yöntem. *bi iki diğer blog kitabelerine baktım da gayet insanlar yazıyor yahu. kendimi ezik hissettim. giriş, gelişme, sonuçtan bihaber bi insan olarak modern çağın en ilkel duygularıyla sesleniyorum boşluğa. *Allah saklasın sözü bence Allah'ın adını anmak için masaya en uygun meze. *bugünlerde hayatımda yukarıya doğru çıkan-nedendir bilinmez- yaşam parametrelerimde bi kırılma yaşatmak isteği var içimde. ama bu gazlara alıştım. artık sancısız geçiyor *insan kadar riyakar, unutkan, nalet, çişiniyaptıktansonraeliniyıkamayan, gözlerifıldırfıldır, hazırayaktaykençaykoyduran, evininönünewelcomepaspasıkoyan bi organizma daha görmedim. hayır işin acı yani içlerinden bazılarına karşı boş diilim. gayet de seviyorum. allahtan zaman varda hepsini hizaya getirio. yoksa iflah olmazdı bu ırk. *hakikaten ama yani toplu taşıma için beklenen mekanlarda ne zaman şişmanca bir hanfendi görsem ve sabahın ilk ya da akabindeki ışıkları toprağı, betonu artık ne varsa ısıtıosa direk bi hayat kadını imajı belirio. hayır kadınlarda sabahın o köründe o kadar naif oluyorlar ki. yani hani yaftayı da yapıştıramıyorum. suçluluk duyguları ve telaş alıyor kendileme alanını. sanki olsa yiyecek seni... (Fotoğraf: http://www.banksy.co.uk/)

6.05.2006

"...She thought it would be fun to try photography She thought it would be fun to try pornography She thought it would be fun to try most anything She was tired of sleeping..." Belle&Sebastian

6.04.2006

yanımda oturan hayat kadını mıydı bence? sence zaten sabahın ilk ışıklarında toplu taşım aracı bekleyen her tombul kadın potansiyeldir.

400ml kepeğe karşı etkili şampuan, 100g paprika cips, 2 elma, 3 muz, 2 şeftali, 3 avuç erik, yaklaşık 3 porsiyon sarma, 1kg parmak sucuk, 800gr peynir, 1.25l meyve suyu, 2 kutu mısır gevreği, 4 kutu bisküvi, 400gr soslu mısır, 400gr çekirdek, 7 kutu muhtelif çikolota, 450gr bal, 2kg sosis, 2 paket jelibon, 3 paket hazır çorba, 400gr çikolota, 5 çift çorap, 2 pantolon, 3 t-shirt, 1 çift ayakkabı, 4 tükenmez kalem...

5.29.2006

ich gehe nach berlin?!

annem beni çok severmiş. babam beni çok severmiş. ablam beni çok severmiş...

"Kıralım besin zincirlerini; İyi alınmış besin ve gıda insanı ne kadar mutlu eder hiç fark ettiniz mi? Zeytinyağlı sarmanın vücuda salgılattığı haz guddelerinin değeri milyarlarca YTL'yle ölçülebilir mi? Tereyağlı psikopat bir Bursa İskender'inden sonra midede yer kalmamasına rağmen, neredeyse silah zoruyla yenen sıcacık bir künefenin lezzetinin verdiği mayhoşluğu kim tasvir edebilir? Serinlik bir yerde, bir ağaç gölgesinde zaman geçsin diye çitletilen çekirdeğin tadı avro olarak neye eşdeğer düşer? Kabuğunu soyduktan sonra ağıza atılan iğdeyle konuşmaya çalışırken apfıl pufül çıkan sesleri hangi besteci hayal edebilir? Mevsimi gelmişken alınan eriğin tuzla muhteşem dansına hangi Hülya Avşar ya da Asena eşlik edebilir? Gece geç saatte alüminyum sahanda inceden bayat ekmekle yenen yumurtanın canınıza kattığı can hangi ölçü birimiyle saptanabilir? Evet demek ki yemek yemek mutlulukmuş. Gerisi zaten serotonin filan..." Kaan Sezgin

yorumlu

"Hilal Cebeci 15 Haziran'da çıkaracağı yeni albümünün tanıtımı için bir kameramanla eve kapanacak ve 1 ay boyunca her yaptığı kaydedilecek! 156 IQ'su olduğunu ileri süren ve bu rakamla 154 IQ'ya sahip Sharon Stone'u bile sollayan(!) Cebeci, eve bekar bir kameramanla kapanmak istediğini söylüyor." Sabah

5.28.2006

bluebird

"...there's a bluebird in my heart that wants to get out but I'm too clever, I only let him out at night sometimes when everybody's asleep. I say, I know that you're there, so don't be sad. then I put him back, but he's singing a little in there, I haven't quite let him die and we sleep together like that with our secret pact and it's nice enough to make a man weep, but I don't weep, do you?" Charles Bukowski

5.27.2006

"...icantpretendicantseeyouanymore" belle&sebastian

5.26.2006

il pleut

bi insan neden yağmurdan korkar ki ben anlamıyorum.

5.22.2006

beş dakkada dünya turu

bugün geceyarısı itibariyle bi beljikli bana toplamda altı metreye seksenbeş santim olan paftamın asılmasında yardımcı olduğu gibi. asmam gereken yerde bulunan eski proceyi de kaldırdı. mutlu oldum. gözlerim kan çanağı, iki saat çıktı almak için uğraş verdim, allah kimseyi üniversitesini uzatmakla sınamasın. aman da aman. günlük yaz bi de. sus ağıraksak. tamam sustum. bi yarım saat uyusam uyanabilir miyim? bak hala konuşuo! tamam tamam maket yapıcam. fotoğraf motoğrafta yok bugün sana. çok da sikimdeydi hepsini ben çekiyorum zaten. defol.

5.21.2006

yıkıl karşımdan "süpırsıtar"!

bak hala duruyo!

5.20.2006

çeeekil git baaaşımdan zaten siniiirim boozuk

"Sen duyduklarına inanıyorsun. Söylenmeyene inan, çünkü insanın sessizliği, sözcüklerinden daha yakındır gerçeğe." Halil Cibran

5.18.2006

sucuklu en iyi tosttur.

Encarta® Instant Answers: Welcome back, ağıraksak. I am ready to help you! Did you know? The most common form of color blindness is dichromatism, which affects about 7 percent of males and less than 1 percent of females. ağıraksak: nasılsın? Encarta® Instant Answers: Iyiyim, teşekkürler. ağıraksak: ben nasılım? Encarta® Instant Answers: Türkçe seviyorum. ağıraksak: sevecen tabi şarapsız. güneş dil teoremi falan Encarta® Instant Answers: Öyle mi! bu çok güzel bir şey! ağıraksak: off. bilio musun? çizim çok fena birşey Encarta® Instant Answers: Türkçe pratik yapmam lâzım. ağıraksak: e bok ye. ne biçim arkadaşsın sen ya Encarta® Instant Answers: Hiç fikrim yok. ağıraksak: hani sadri alışık uzay yolunun yandan yemişinde makinanın birine bişey soruodu ya filmde. o aklıma geldi Encarta® Instant Answers: Hmm. I'm not sure about that one. ağıraksak: je deteste français Encarta® Instant Answers: Je ferai pareil quand j'aurai répondu aux autres personnes avec qui je discute. ağıraksak: ne dion la. senin fransızcan benden daha iyi. Encarta® Instant Answers: Türkçe kötüdür. ağıraksak: şerefsiz hemen ağız değiştirdin. Encarta® Instant Answers: Öyle mi! bu çok güzel bir şey! ağıraksak: gancığım dönerim diyosun? Encarta® Instant Answers: Üzgünüm, Türkçe'm çok kötüdür. ağıraksak: belli. git işine...

5.16.2006

bu çığlığa kulak verin!

aaaaaaaaaaaaaaaaaaa! (ne kadar kabasın kendim. en fazla üç a ile ifade etmeliydin bu hissiyatı.)

"Yoksul değilim, 36 yıllık sanat yaşamımda biriktirdiğim bir şey var, onunla yaşamaya çalışıyorum. Devletin bize verdiği 420 YTL'lik emekli maaşım var. Orta halli yaşamı kabul ettim. Dünyanın yedi milyar insanı orta halli bir yaşamı kabul etseydi Afrika'da açlar olmazdı. İki çocuğumu okutmuşum, işleri var o yüzden çok mutluyum." İlyas Salman

5.15.2006

açık görüş

etrafımda "edit me" diye dolanan tıklanmayı bekleyen insanlar görüyorum. sizin de etrafınızda vardır böyle insanlar kesin? vardır di mi? kapı pencere açıp hava almakla olmayacak uzun bir yürüyüş paklar beni ancak. (bu lakırdının ardına bir üç nokta koymak vardı ama...)

5.14.2006

bokvar

-yanlızlığım duvara çarptı dün-

...kendime söylediğim...

çok fenafillah hallerdenim. bugün pek fena bir gün. içinde bulunduğum günlerin en kötülerinden. hayır sorun ne bilio musunuz? insanlara illaki de ölü numarası yapmanız gerekiyor durup eğilmeleri için halinize. hayır yaşıyorsanız illaki onların sorunlarını anlayışla karşılamanız, anlattıkları temelfıkralarımsılara gülümsemeniz, kendi umutlarınızı arka cebinize tıkıştırmanız gerekiyor. ama yok gözlerine soka soka maviyim diye bağırmak lazım. aklıma insanların suratına yapıştırmam cevaplar neden o anda gelmez de yarım saat sonra hayıflanırım. kişisel gelişim kitapları bunları yazar mı? neden bütün sahne adamlarının eğildiklerinde içsel çamaşırlarını ve işlenmiş metallerin pırıltılarını görürüz. hayır ne işe yarar bu metaller o zaman? neden insanlar hayır demek istediklerinde hayır demezler. neden insanları kilometrelerce yorarlar? kısa mesaj servisi acil çıkış mıdır? bir cevapsız aramalar haybeye midir? insanın iç sıkılması illaki histerik hissiyatına mı bağlanmalı? hayatla bi sorunu olamaz mı? freudyen geometri için fazla önlinans değil miyiz? bu şarkıların hepsinin gerçekten anlamı var mı? bi zanaatçı sözleri kusarken herkesin dinleyeceğini hayal eder mi? bu hayal hastalıklı bi duygu değil midir? ecnebiyat bilir mi bu dünyada yok da vardır? ya da dünyanın kendi 25lerinden daha kozmopolit olamayacığını mı düşünürler? niye şovenismim beni rahatsız etmiyor? bi yolda mı yürüyorum yoksa yoksa dikey bir kütlede tırmanışta mıyım? kendimi bırakırsam olduğum yerde kalır mıyım yoksa dibe mi geri dönerim? cevaplar önemli değil. sorular sırtımı çürüttü zaten. bi de cevapların yükünü taşıyamıyacağım. hamiş: artık "en"lere inanmıyorum. NASA da yalanlıyor zaten.

5.10.2006

rüyalar gerçek olsa..

"...Planlar havada kaldı 1974'te doğal sit alanı ilan edilen İstanbul Boğazı'nda, 1983'te çıkarılan Boğaziçi Yasası ve imar mevzuatıyla da bölgedeki doğal, kültürel ve tarihi değerlerin nüfus ve yapılaşma baskısı altında boğulması önlenmek istendi. Sarıyer, Beşiktaş, Beykoz ve Üsküdar ilçelerinin İstanbul Boğazı'ndaki 4 bin 634 hektara yayılan denizi gören tüm noktalar 'Boğaz Öngörünüm Bölgesi' ilan edildi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nün denetimine bırakıldı. İstanbul Boğazı öngörünüm bölgesine, imar planlarında konut alanı olarak öngörülen alanlarda sadece okul gibi resmi kurum veya lokanta gibi kamuya açık işletmeler için imar izni veriliyor. Konut alanlarındaysa yüzde 6 oranında yapılaşmaya izin veriliyor. Örneğin İstanbul Boğazı'nda 2 bin metrekarelik bir arazi sahibi ancak 120 metrekarelik bir konut yapabiliyor ve konut alanı dışındaki arazi yeşil alan sayılıyor. İmar planları kâğıt üzerinde iyi görünse de kaçak yapılarla mevcut durum olması gerekenden çok uzakta. Karadan, havadan ve denizden imar planlarına aykırı yapıları tespit çalışması yapan Boğaziçi İmar Müdürlüğü, Hazine arazisindeki gecekondudan imar planlarına aykırı yoğunluğu ya da bölümleri bulunan villa, eğlence merkezleri ve ünlü restoranlara kadar binlerce yapı belirledi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Encümeni, bu yapılardan 3 bin 7'si için yıkım kararı aldı..." Sabah

5.09.2006

aptal ben

je suis la?

5.07.2006

birinci yeninin suyu mu çıktı?

"bir menekşe duyuyorum ellerimsiz o kadar güzel ki, amerika bile güzel sen bile güzelsin bensizce atomlar bile güzel moleküller bile toplanıp ayak oluyorlar bende ağız oluyorlar biraz diş oluyorlar keskince iki göz parlakça on tırnak sivrice. bir menekşe duyuyorum ellerimle bir molekül duyuyorum bir atom korkunç birleşip ayak olmuyorlar bende ağız, diş, tırnak göz olmuyorlar hep birden, hep birden bir şey oluyoruz işte ağzı, burnu, elleri, kolları o korkunç güzelliğe karşı." edip cansever

hepimiz bir duygunun peşinden seyirtiyoruz

Fotoğraf: Simon Bracken

5.04.2006

mavikuş

"... sokaklar bile sokaklara kesişir, gölgeler ki güneşe bağlı... Ben gelemem ama sen git biraz dolaş" Bülent Ortaçgil

5.02.2006

hıhı

"...Kurtuluşun sırrı belli: bilgisayarın başından kalkmak. Ama bu mümkün mü? Gazetemiz her geçen gün biraz daha fazla MSN Messenger ve benzeri mesajlaşma yazılımlarının hâkimiyetine giriyor. Mesajlaşma dediysem öyle acil işler akla gelmesin; düpedüz geyik. İşin gücün ortasında damdan düşer gibi başlayan muhabettelerin esiri olanları teşhis etmek hiç de zor değil. Harıl harıl klavye tuşlayan ve nedense aptal aptal sırıtarak ekrana bakan herkes muhabbette oluyor. İnternette yazışırken çok mu komik şeyler yazılıyor bilemiyorum ama nedense o sırıtkan surat adeta standart bileşenlerin başında geliyor. ...Bu öyle üç-beş mağdurun meselesi de değil. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 13 ülkenin MSN operasyonunun başındaki Ebru Çapa'nın açıkladığı rapora göre 2003 yılında 646 bin 17 kişilik Türk MSN Messenger kullanıcı sayısı 2004'te 2 milyon 391 bini, 2005'te 8 milyon 619 bini geçmiş. En güncel veri geçtiğimiz mart ayına ait. Buna göre 12 milyon 265 bin 529 Türk MSN Messenger kullanıyor! Yani neredeyse Türkiyeli kullanıcıların tamamını kapsamış. Yüzde 72'lik ezici çoğunluk erkek, en büyük kullanıcı kitlesiyse 18-24 yaş arası. Bunca rekor yetmezmiş gibi Türkiye'deki MSN Messenger mesaj trafiği aylık 70 milyon mesajla dünya dördüncülüğünü elde etmiş..." Serdar Kuzuoğlu