6.30.2007

ehlileştiremediklerinizden miyim?


"...The book of love is long and boring and written very long ago
It's full of flowers and heart-shaped boxes and things we're all too young to know
but I love it when you give me things and you you ought to give me wedding rings..." The Magnetic Fields


6.17.2007

yap-pislet-devret


"21. yüzyılda İstanbul dünya imparatorluklarının başkenti. Yapıldıkça yıkılan, yıkıldıkça yapılan İstanbul. Doğasıyla, insanlarıyla, kâh uyumlu, kâh kavgalı. Kiminin saldırısıyla yıkılmış, kiminin ihmalinden çökmüş. 2 bin yıldır kesintisiz birilerinin yaşadığı, dünyanın en eski şehirlerinden. Buraya ilk yerleşildiğinde dünyamızda şehirlerde yaşamak ayrıcalık idi. Bugün dünya nufusunun yarısından çoğu şehirlerde yaşıyor. Şehirlerde yaşamak artık ayrıcalık değil kaçınılmaz.

Ölçüsüz sanayileşme çılgınlığımızla, uygarlığın beşiği bildiğimiz şehirlerimiz, topraklarından kopartılan sokağa mahkûm ettiklerimizle, sefaletin, isyanların mekânı oldu. Parası olan şehir dışına kaçtı, parasız olan şehre akın etti. Bugün de Asya'da, Afrika'da, Güney Amerika'da milyonlarca çaresizin mekânı olan şehirler, insan merkezli olmayan egemen düzenin kaçınılmaz sonuçları. Bu gidişe dur demek için Moskova, İstanbul gibi şehirlere girişleri pasaportla denetlemeyi düşünenler bile var.

Başka bir yol, büyük yatırımlarla şehirlerin yapısını değiştirmek. 21. yüzyılın İstanbul'u, turist çekmek, kongre düzenlemek için seyirlik bir şehir olmaya hazırlanıyor. Yoksulların yaşadıkları mekânların yıkılarak alışveriş ve eğlence merkezlerinin yapılması, eski mahallelerin turistik bölgelere dönüştürülmesi, kent içi yaşamın paralı kesimlere hitap ederek hayat pahalılığına dayanamayan eski İstanbulluların 'iç şehri' terke zorlanmasıyla, İstanbul 1453'ten bu yana en çarpıcı toplumsal ve mimari dönüşüme gebe. İstanbul'un sınırlarını surlar gibi çevreleyen beton siteler ise, başka şehirlerin tecrübesine bakılırsa, mahalle ve ailenin çözülüp cemaat yaşantısının yok olmasıyla, cürümün, yalnızlığın getirdiği sorunların, yıkıcı eylemlerin habercisi. Tüketilecek mamulmüş gibi pazarlanan, ulaşım gibi, çoktan çözümlenmiş olması gereken geçen yüzyılın sorunlarından öte ilerisini göremeyen, halkına değil, yatırımcıların kıstaslarını ölçü alarak rekabet eden şehirlerin yaşamla göbek bağı iplik kadar ince, piyasanın git-gelleri kadar belirsiz.

Gün gelir, Batı'da fabrikalar çürümeye terk edildiği gibi, bu yeni koca alışveriş merkezleri de başka mekânlarla birlikte boş kalabilir. Gün gelir, küresel ısınmaya karşı almaya zorlanacağımız acil tedbirlerle, terör korkusuyla, ya da yeni teknolojilerle, turizm anlayışımız, alışveriş âdetlerimiz değişir. Turistler evlerinde kalır. Hayalet mekânlar oluşur.

Amaç, şehirlerimizi dünyada değişen koşullara duyarlı, yerli, yabancı, herkes için yaşanabilir kılmak. Şehirlerin sürekliliği ancak, okuluyla, hastanesiyle, herkesin cebine uygun yaşam kalitesiyle, yüzyılımızın gereksinmelerine uygun yeni iş alanlarının yaratılmasıyla mümkün.

21. yüzyılda sorun, geçen yüzyılın hatalarını tekrarlayarak, otomobillere yeni yollar, köprüler yapmak değil, şehirleri otomobillerden kurtarmak. Şehirleri lunapark gibi aydınlatıp şenlendirmek değil, ışıklandırmanın, ısınmanın enerjisini doğa dostu kaynaklardan sağlayacak yatırımlara yönelmek. Öncelik, betonlaşmış şehirlerimize ağaç, çiçek dikip sulamak değil, kaynaklarını kuruttuğumuz, atıklarımızla zehirlediğimiz sularımıza sahip çıkmak. İstanbullular için düşünülmeyen bir İstanbul'u, uluslararası şehir yatırım borsasına mahkûm kılmayalım." Gündüz Vassaf
Resim: Chasedbyghosts2 - Ali Cabbar

6.07.2007


işte yine ankara hanesine koşar adımlarla ve de müteheyyiç geldik. insanın kendini dinlemesi için iyi bir fırsat elbet. istanbul'daki göçebe hayatımı niyahete erdirmeye ramak kaldı. artık -umarım- ben de "huzur"u bulabileceğim. lakin huzur denilen meret öyle yaman ki, istanbul coğrafyasında nasıl bir topografyaya yerleştiğinizden arkadaşlarınızla olan uzak-yakınlık mesafesine, "bina bilgisi 1" kurallarıdan gün ışığına, iki nokta arasındaki en yakın mesafelerden psikolojik savaşlara kadar etkili oluyor. evet neyse konuyu buğulandırmadan hohhohlamadan karne hediyemi istiyorum. bir adet konut. bi de insanları hayal kırıklığına uğratmamak-bu hususta sütten ağzımın yanışını hazin bir şekilde izledim- bi de. bi de bi de. zaten bitmez senin isteklerin. mardin'e de gitmek istiyorum. fas'a da. seneye italya, belçika, isveç turu yapacağıma kesin gözüyle de bakıyorum, ürdün de staj yapacağıma da. fransızcayı sökeceğime de. sonra iyi bir mimar olacağıma da inanıyorum. mutlu olacağıma da. beni sevicek bi patronum olacağını da düşünüyorum. halbuki ne saçma şeyler bunlar. bugün allah için ne yaptın diye sorsan yarınım için ne yaptın diye sorsan bana boşluk sana nah yaparım. istanbul ankara yolunda otbis tevesinde çıkan o maskeli başları görüp göz devirmek, empeüç dinlemekten başka ne yaptın, okuyacağım diyip getirdiğin tuğla gibi kitapların içi acımadı mı yolculukta? anca fırıldak bakışlar. gözleri kapalı olarak yaşamanın kolay olduğunu her geçen gün daha iyi idrak etmekten başka bugünden kar kalan bir şey yok. trendleri takip etmek, müzik dinlemek, para harcamak, "o"nun orada olmasını dilemek, anneye oflamak, senden olmayanı küçümsemek, sora gelip burda günah çıkarmaktan başka ne boka yarıosun? yarının için ne yaptın? bugün kendimi çok küçük, çok yavan hissediyorum. belki değilimdir. kurtlar sofrasında avarajın üstünde bi yerde olduğumu biliyorum ama bilmek ile hissetmek aynı şey değil. bugüne değin insanlarda şunu gözlemledim. kendini satmak, ne pahasına olursa olsun. boyalı küplerle konuşmak, onlara vurduğunuzda çıkan tınn seslerini bertaraf etmek için çırpınışlarını izlemek, ya da tam tersi tınnn sesleriyle gurur duymalarını seyretmek. insan da ayrı bi şerefsiz, hayatın anlamını hayatın içindeyken değil, dinlenirken sorguluyor. bu da bi ayrı bi mesai. aman yok. bugüne kadar yaşadığım tüm formatsızlıklardan, hayalkırıklıklarından, yanlış anlaşılmalardan, küstahlıklarımdan arınmak istiyorum. arın da gel.