10.19.2006

"İnsanların Peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de: “Utanmadıktan sonra dilediğini yap!” sözüdür." Buhârî, Enbiyâ, 54; EbuDâvûd, Edeb, 6.

Boşluğum sana söylüyorum gelenim sen anla!

*Bazen karalar üzerine aklı paklı latin harflerini kimin için yazdığımı düşünüyorum. Bazen düşünmüyorum. Bildiğim bişey var. Ben samimiyim burada. İnsanların aptal yorumlarına ya da telepatik tacizlerine ihtiyacım yok. Kimseye verecek hesabım da yok. Kimsenin de benden alacağı birşeyler yok. Böyük bir edebiyatçı olamayabilirim. Derdimi anlatamaya da bilirim. Ben kendim için yazdığımı düşünüyorum. Bazen de düşünmüyorum. * İnsanlar nasıl bu mertebe sabit fikirli olabiliyor ki. Gerçekten kalp-beyin ya da sol lob-sağ lob ya da sol karıncık-sağ karıncık dilemmaları yok mu onlarda? * Yalnızlığın kaderimiz olduğunu çok derinlerde hissediyorum. Acılı arabeskle değil ama belki bi kings of convenience'in tutunamayan halleriyle. * "Tutunamayanlar" ne de güzel bir sözcük. Oğuz Atay'ın ağzını öpüyorum. * Hangimiz yansıtan bi objeye bakmadan yürüyebiliyoruz yolda belde? En azından bi göz süzüyoruz. İnsanlık adına çok utanç verici değil mi bu? Ancak aptallar aynada kendi oluşturduğu kımıldanmalara bakar. Bu bağlamda maymunlar ve insanlar en aptal varlıklar esasında. * Artık biri olmak olmak istemiyorum ama hayatımız o kadar pazarlar, pazarlamacılarla doldu ki yakında kapı kapı dolaşıp insanların kendilerini pazarlayacağından korkuyorum. Neticede bi toplumda mı yaşıyoruz. Pazar payımızı arttıtıp, kesemizi doldurmalıyız mı? * a,e,o,p,d,b,ö harflerinine sadece harf gözüyle bakmadığımız can sıkıntısında içlerini doldurduğumuz zamanlarda umut fakiri bi arkadaşım "bu dünyadan dolu gitmek önemli, gerisi boş" dediydi. Neden bilmem onu tekrar görmeyi isterim şimdi. * Aşk, "Ben seni sen olduğun için değil, senin gibi olamadığım için seviyorum"dan ibarettir. Yani neymiş. Aşk düpedüz aşağılık bi duyguymuş. * Aşk sözünü sevmiyorum. Aşk diyen günümüz gençliğine 3 yıla kadar hapis ve 35 bin yetele para cezası öneriyorum. Kabul edenler etmeyenler kabul edilmiştir.* En sevdiğim özelliğim kelebek gibi sokup, arı gibi uçmam.

10.17.2006

"...birbirimizi, kazanılması gereken topraklar olarak görmüyorduk. Sonsuz bir barıştı bu. Ama her yanda sürüp giden savaşa kızmayanlar, bizim oradaki barışımıza kızdılar..." Kürşat Başar, Aşkı Bulmanın ve Korumanın Yolları

10.14.2006

holey! artık popomla da gülebiliyorum!

"Önce O. P., sonra E. Ş.’a açtığı davalarla gündeme gelen K. K. şimdi de Nobel Akademisi’ne dava açmaya hazırlanıyor. K., “O. P. da, ödülü de bizim gözümüzde şaibeli” diyor. .... O. P.’un kitaplarını okudunuz mu? Okudum, okudum. Hangi kitaplarını okudunuz? Edebi olarak nasıl eleştirdiğinizi öğrenebilir miyiz? K. romanını okudum. Bir iki eserine de başladım ama emin olun 50-55 sayfadan sonra götüremedim. Zamanımın boşa harcandığı kanaatiyle uzak kaldım ama K. romanını başından sonuna kadar okudum. Onu da edebi değeri son derece düşük, ikinci-üçüncü sınıf romancıların yazabileceği kitap olarak görüyorum." www.ntvmsnbc.com

sullen boy

"And there's too much going on
But it's calm under the waves,
In the blue of my oblivion
Under the waves in the blue of my oblivion" Fiona Apple

10.13.2006

Ne gülüosun? Çok mu komik?

10.12.2006

zeytinyağı olunmaz, doğulur.

Büssürü büssürü şey bilip susmak çok fena bişey. Konuşursam Türkiye sarsılmaz belki ama iç ferahlığına erebilirim -belki yapayalınayak yürümek düşer nasibimize- Herkes semranımlaşıp dominant karaktersizliklerini üzerimize boca ederkene böyle susmak, uyuz olmak, dingin olmak(?), cool olmak artık o taraftan nasıl gözüküosa öyle şey etmek bazen fena koyuyor. İçimden fena fena şeyler geçiyor. Egzorsistlik bi vaziyete bürünmesem de eskiden dört duvar arasında seçtiği manitalarına dayak uygulayan şimdilerde ekranda metrekare başına iki damla gözyaşı döken, "saygı duyuyorum" insanı; (sevgili noktalı virgül bi gün seni kullanabileceğim bi yer olduğunu biliyordum.) Z sınıfı filmlerden birinden gelip bana "Sen sevemezsin!" diyip boynunu bükerek uzaklaşıyor dimağımda... "İftar yemeği verilmektedir. Allah'ın rahmeti bereketi üzerinize olsun. Afiyet olsun"... Herneyse ne. Demem o ki siz insanoğlu susuyoruz diye ses etmiyoruz diye artizlik yapıp durmayın bana. Bi gün herkese içimdeki nefreti kusasım gelio. O zaman pimpişman -pippişman, bin pişman- bi vaziyette sünnetliler gibi elim pijamanın önünü çekiştirir vaziyette dolaşabilirim. Ama içim ferah olur. Çizimlerin ne olur peki? Hade sittir git burdan. Boşluğa dalan vaaar!!!

10.08.2006

we're nowhere and it's now

"...Sofya'ya Hollanda'dan yeni taşınmış bir kızla tanıştım. Burada çok mutlu. O da Hollanda'daki ırkçılığa uyum sağlayamamış. Bulgaristan'da her şey daha insani diyor. Yakın zamanlara kadar Hollanda pasaportlarının her sayfasında sömürgecilerin hayat öykülerinin yer aldığı, Noel Baba'nın çocuklara getirdiği hediyeleri zenci kölelere taşıttığı bir ülkede yaşayamazdım diyor. Ona göre de asıl uyumsuz olanlar başkalarına özgürlük dersi verirken, sermayeleri, askerleri ve misyonerleriyle yüzyıllarca kasıp kavurdukları dünyadaki evrensel adaletsizlikten sorumluluk duymayanlar." Gündüz Vassaf

10.04.2006

deneme bir'ki

Selam boşluk, Senle uzun zamandır hesaplaşmamış idik. Bilmiyorum nereden başlamalı. Son dırdırımdan sonra fizyolojik, psikolojik, topografik büssürü şey değişti hayatımda. Bilmiyorum ne yapmam gerek, nereye uzanmak gerek. Elimle yani. Elimin altından kayıp gidenlerle ilgilenmiyorum bu aralar. Hayatımın büyük bi kısmıyla ilgili olsa da. Sadece bi yerlere uzanmak istiyorum. Yurttan sesleri dinlerken bi başka boşluktan- apartman boşluğu- müziğimle uyumsuz birlikteliğinden rahatsız olmadan huzurun dünyanın hangi köşelerinde olabileceğini düşünüyorum. Huzur hakikaten bizim içimizde mi? Ne kadar kaçarsak kaçalım popomuzun arkamızda olduğu prensibinden mi hareket etmeli? Huzur bence ikiye ayrılıyor. Bir iç huzur iki dış huzur. Dış huzurumuzu kapının huş ağacından mı yoksa çam yarmasından mı yapıldığı, kürtlerin şimal diyip bakamadığı o sarı kocaman şeyin gönderdiği sinir bozucu ışınlardan korunmak için ördüğümüz duvarların kalınlığıyla, taktığımız gözlüklerin afili camlarıyla ilintilendirdiğimiz kah ters kah doğru orantılarla, parası olanın gocunduğu bu akıl almaz sulu gezegenle bulabiliyoruz, ama iç huzur? Bilmiyorum. O hiç normal değerlerine ulaşamıyor. Aileler, asla ulaşamadığınız maşuklar, ulaşmak istemediğiniz aşıklar, füturuzca duyduğumuz fütürist kaygılar, arkadaşlar, onların patlattıkları çanak çömlekler, sizin onlarla kurduğunuz monologlar, çağdaşlarımızın keşfedip elimize, cebimize, dizimizin üstüne tutuşturdukları dikdörtgenler prizmaları falan filan. Ruhumuzun her bir hücresinin manda ve himaye fikrinde hemfikir oldukları zamanlar işte. İç sesin dış sesle olan muhteşem çelişkisini yanlız sizin fark edebilmeniz belkim de.
Hayat bu kadar kolay değil ağıraksak. Herkes çocukluğuna dönmek ister böyle zamanlarda. Ben ölümüme dönmek istiyorum belki de bilmiyorum. Ben neden insanların toprak yedikleri, altlarına sıçtıkları, ellerine tükenmez kalemle nebati motifler bezediği zamanlara dönmek istediğini biliyorum çünkü o zaman düşünmüyorduk. Birer küçük salaktık-hala öyleyiz- . Sülüktük. Sıçmak için bile annemize muhtaçtık ya da en hareketli organlarımızdan kırmızı, beyaz çeşitli kıvamlarda sıvılar gelmiyordu. Hayatın onlarla yürüdüğünü bilmiyorduk belki de ama insanın ölüme dönmesi daha güzel. Bilmek çok güzel bi kere. Sonunu görebilmek. kitapların, filmlerin, sokakların, karaların sonuna gelmek için gösterdiğimiz gayreti sonumuzdan kaçmak için gösteriyoruz. Bilmek bence dünyanın en güzel şeyi. Herşeyi bilmekse insanın sonu. O yüzden ölüyoruzdur belki. Belden aşağı irtifalarda gezdirmediğimiz kitaplarda söylenen melek belki bize herşeyi söylediği zaman ölüyoruzdur olamaz mı? İlla eline tutuşturduğumuz orağıyla, Neslihan Yargıcı rengindeki berbat kostümüyle mi gelip götürmesi gerekiyor bizi? Sanmıyorum.