12.27.2008

Karadeniz'de çay toplamalardan mı geldin a Antoni?
(Fotoğraf: Marius W. Hansen)

12.25.2008

elleri olmayan babaya noel baba denir.

Oldum olası kurumsal zamazingoların basın bültenlerini samimiyetsiz bulmuşumdur. Ama bunu bir şehrin nasıl yönetildiğine dair çok güzel ipuçları barındırdığından dolayı siz kıymetli hemşehrilerimle paylaşmadan duramadım. Yazıda geçen "çeşitlilik arz etmek" sözünü olumlu bir cümle içinde kullanan, "medeniyetimizi yansıtan desen ve formları" da -var mı? davar mı?- örneklerle zenginleştirebilecek bir belediye istiyorum. Yeni yıldan bunu diliyorum. Lütfen olsun bu. 
"Ankara kentimizin Esenboğa yolu sadece şehrimizin değil ülkemizin ana giriş kapısıdır. Esenboğa yolu 4 ay gibi kısa bir sürede Büyükşehir belediyemiz tarafından genişletilmiş ve bu yol Ankara'mıza layık örnek bir yol haline getirilmiştir. Ancak yol güzergahı üzerinde kalan yapıların ön cepheleri görsel olarak çeşitlilik arz ediyordu. Bu durum tüm kesimlerden ve özellikle de yurt dışından ülkemize ilk defa gelen kişiler tarafından eleştiriye neden oluyordu. Bu farklı renk ve desendeki cephelerin görsel olarak farklılıkları yanında cam mozaik uygulamaları, medeniyetimizi yansıtmayan desen ve formların bina cephelerinde yer alması şehrimize ve ülkemize yakışmayan bir imaj çizmekteydi. Bunun önüne geçilmesi maksadıyla Esenboğa yolundaki meskun hemşerilerimizin rızasıyla, yepyeni bir projeye imza attık. Artık Esenboğa yolu binalarının cepheleri ısıya dayanıklı özel cephe kaplamalarıyla kaplandı. Tüm Ankaralıların beğenisini kazanan projeye yerli ve yabancı birçok beğeni geldi. Esenboğa yolunda oturan ve proje süresince desteğini bizden esirgemeyen hemşerilerimize teşekkürlerimizi bir borç biliriz. Proje kapsamında bazı yapılamayan yan cephelerin de yenileneceğinin müjdesini vermek istiyoruz. Projenin tüm Ankaralı hemşerilerimize hayırlı olmasını diliyoruz. Esenboğa Havalimanı ile Aydınlıkevler Kavşağı arasında, Büyükşehir Belediyesince belirlenen 187 adet binada kırmızı klinker tuğla kaplaması, kompozit malzeme ile birleşim noktaları çevrilerek yapılmıştır. (Daha Estetik olması sebebiyle)"

12.17.2008

profili oğlan çocuğu, ağzı hüzün

Hani bazen çok yoğun olursunuz, yani içsel olarak. O kadar çok şey söylemek istersiniz de hepsi birden çıkar ve anlamsız veyahut değersiz olur ya o söylenenler. Aslında hepsi içinizde o kadar büyümüştür ki. O ruhun deliğinden dilinize dökülenler kıyma makinesinden geçermişçesine parçalanır ya da kıyma diil şey gibi o ofislerde olur ya. Çok möhim belgeleri parçalamak için zzzt die kağıt makineleri, onlar gibi. 
Mesela politikayla ilgili söyleyecek çok sözüm var -tabii ki çözüm yok- ama bunu konuşmak bana o kadar uzak ki. Dilimde sakil duruyor. Yani boş konuşmak istemiyorum, aktivist de değilim ama "çöpleri yere atmam" gibi; ya da sevgiden bahsetmek, dile gelince nasıl da çirkin olur bayağı durur; ya da kendinden bahsetmek, nasıl da sıkılır "insan" kendini pazarlamaktan. 
Aynı dili konuşmak mesela aynı dilin içinde. Şimdiki ev arkadaşımla aynı dili konuşmuyoruz ama bi keresinde aynı dili konuştuk. Kötüydüm mesela. Ben ona baktım. Sonra o bana baktı. O an anladım beni anladığını. O kadar garip ki. Birinin hem de ecnebiyken sizi anlaması. Ben senin o ağzındaki kıvrımın cemaziyelevvelini bilirim a anadolu çocuğu diyesi gelir onun. Çünkü onun da çemçuk ağzı öyle kıvrılmıştır zamanında. Yani yirmiküsur yıldır mesela hep biliyorum ki ben ifade etsem onlar anlamaz, onlar anlamaya hazır olsa ben ifade edemem. O yüzden pek çabalamam. Dert de etmem. Bi de bu gerçekten anlama hikayesini çay içilen bir yerde, merdivenlere otururken yaşamıştım. Karşınıza bakıyorsunuz ve anlıyo sizi yani o kadar muhteşem bi şey ki. Mesela dokunmak da değil, sarılmak da değil, ifade etmeye çabalamak da. O an içinizde müthiş bi huzur patlıyor. Huzur patlar mı demeyin. Teşbihte hata olmaz. Yani biraz tehayyül etmesi bile huzur verici. Her yerden huzurlar saçılıo. Hep huzuru düz bi çizgiymiş gibi algılarız. Salak bi okyanus imgesi değil yani bu. Belki de çabalamamak gerek, kimse beni anlamıyo gençkızlığımızdan sıyrılıp birilerinin gözlerinin içine bakacak cesaret gerek. 
Biliyorum belki başlığa bakıp, fotoya aldanıp bu saçma yazıyı görüp neyalaka diyeceksiniz. Ama her şey birbiriyle bağlantılı -bağlantılarla kafayı bozmuş genç bilimadamı-. Örneğin başlık Atilla İlhan, o trt2'de hemen zapladığım adam zamanında, bir kadına yazılmış bir şiiri götünden anlayabilme gururu belki ya da sanatın o subjektif perspektiflere göz kırpmasının bana getirdiği bi pragma (başlangıç düzeyi yunanca) -pranga-, ya da bunca kakafoni içinde sade ahenkengiz bir ana fikir. Bu fotoğraf ne kadar uzağa gidebileceğimin bi işareti, kayganlık, oral seks, açgözlülük, imposibıl iz nating, pavlov'un köpeği, aşağı indikçe azalmayan bi potansiyel enerji. Yani o kadar çok anlamı var ki aslında her şeyin. Biz seçmiyor muyuz bu anlamları ya da birini seçtiğimizde bütün bu anlamlar -düşünemediklerimiz dahi- bizimle mi geliyor. 
Ben sadece bir ağıraksağım. Bakın o kadar ağıraksağım ki mahlasımdaki k bile bir sesli gördü mü yumuşacık g oluyor. O derece cinsim. Bit yazı.

12.09.2008

St.Illness

Ölüm hakkında derin düşüncelerim yok. Hiç olmadı. İleride de olacağını hiç sanmıyorum. Şimdi bundan sizene ve hatta banane ama bir durun bir düşünün ve hatta ben de şu an. Gelin güvey beraber düşünelim. Şimdi mesela şu anda bi kaç kat altımda ölü insanlar var çürümesinler diye özel ihtimam gösterilen kutulardalar, bulunduğum katta da hâlihazırda inleyen, muhtemelen ölecek insanlar var, üst katları bilmiyorum tam ama en üst katta bi kafeterya var, oradaki televizyonda da bi çocuk kanalı açık, nedensiz gelmedikleri bu yerde ekrana bakıp acı acı gülen koca koca adamlar gördüm. Mimari işte böyle güzel bişey, hayatın tezahürü.  Ölüler hep aşağılarda, yavaş yavaş aşağıya çekiyor hayat insanı krematoryumsuz bir diyarda. Yeni doğan ünitesi nerede şu an tam kestiremiyorum ama göbek bağlarını ölülerden ırak köşelerde kesiyorlardır ondan eminim. Mesela gözlerimi kapatıyorum şu an ölen insanlar var sağ ekranda solda ise yeni doğanlar. Uf çok sinir bozucu. Korkmuyorum ikisinden de sanırım. Bi ucu nisyanla malul olduğumuzdan diğerini de prediktıbl bi mevzu olmadığından belki de. Annemizin rahminden vıcık vıcık çıktığını düşünmek mi “better than worse” tanımadığınız soğuk dini bütün ellerin size bıcı bıcı yaptırması mı bilemiyorum.
Ölüm de yaşamın zıttı değil sanki. Bi parçası mı desek, noktası mı virgülü mü. Çok önemli bi mevzu değil. Geride kalan değilseniz tabii. Ama acı çekmeden, kimseye muhtaç olmadan bitsin şu iş diye çırpınıyoruz şu hayatta sanırım. Evet şu an mesela bi aydınlanma yaşadım. Kefen paramızı biriktirmek için geçen bir süreç sanki şu hayat. Onu düşünmeksizin buna hazırlık. ("Gökkubbenin altında söylenmemiş söz yoktur..." İbn Ataullah İskenderi)
Bi kaç saat sonra yaşımın ikiye üçe çarpılmışlarıyla el dudak münasebetine gireceğim. Onların gittikçe kuruyan ellerine ancelina coli kadar olmasa da dolgun dudaklarımla hayat vereceğim bi nevi.
Şu an ekranın tüm hatlarını seçmeme imkân verdiği pek de dramatik gözüken ellerime baktım da. İyi ki ben benim. Başkası olmaya tahammül edebilir miydim acaba. Umarım uzak gelecekte de ben benden memnun olurum. Biterken de bi hastane köşesinde değil de kendi yatağımda yaparım altın vuruşumu.