4.22.2007

içimdeki keriz


lan boşluk, son günlerde mutlu olduğumu hissediyorum. lakin bu bildiğin gibi değil. yani hani mutluluk nediri kendi içimde sorgulamadan mutluyum. biraz düşünsem esasında ne kada sefil bi hayat sürdüğümü görüp kederlenebilirim. Asla gerçekleştirelmeyen kısa vade planlarının bulunduğu post-it notlarının dikey düzlemden aşağı süzülmesine, yüzünüze gülen lakın iki kuruşa başka bir arkadaşa, başka bir hayata, başka bir yalana sizi satacak sevimsiz arkadaşlara, kendini kendisi sanan kendinibilmezlere, kutularda tepinen kuku çevresi görünen mankenlere, yüzsüz özgürlükçü faşizanlara, yan odada uyuyan arkadaşımın ciğerden kopup gelen aksırmalara, klip çekmek için terk edilmiş endüstriyel yapılardan başka bi yer bulamayan götüm ona rakçılara, dünyanın kaymağını yemiş ülkelerden gelip kaymak gibi kalakalan ülkemize döviz bırakmaya gelip de boyları bir anda iki sensen uzayanlara, dünyanın orta yerinde açlık çeken, öldürülen, tecavüz edilen, dışlanan, tabaklarındaki her bir pirinç tanesinin kıymetini bilen insanlara, evrenin mütemadiyyen büyümesi fikrine kafayı takmassam mutlu oluyorum. o zaman mutluluk parametrem nedir? zamanında sevmediğim bir idadi mektep muallimem şöyle demişti "dünyadaki bir kişinin mutsuzluğu bile tüm dünyayı mutsuz edecek kadar güçlüdür" ya da böyle bişeydi. yani mutsuz olmak şart. farkında olan bi insan mutlu olamaz. bize hep bu öğretildi. bize derken işte aklı selim sessiz azgınlığa. bugün hotel rwanda isimli bana yarım litre gözyaşı ağırlığınca sümük ve 8 metre tuvalet kağıdına mal olan yapıtı izleme olanağına sahip oldum. belki onun getirdiği düşünceler beni buraya itti. mutlu muyum? ama yıllar yılı ergenlik ve yakın sonrasında mutluluğu bir aptallık belirtisi olarak görmedik mi? yalan mı? mutlu olmak tukaka değil mi? mutlu olmassak hayatın bize sunduğu şeylerden daha fazlasını hak edebilecektik . yani mutsuzluk bi yandan da hep o yunan-roma heykellerindeki ideale ulaşma fikri değil mi? e yok işte olanı da taş onların. herkes daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor. daha iyi bi yaşam mümkün, daha çok para kazanmalı, çocuk-kariyer bağıntısındaki ters orantıyı tersine çevirmeli, genital organlarından daha çok insan geçmeli. hep şunu söylemiyor muyuz? sarılıp uyuyacak biri olsun. çok basit gibi. lakin kolunuzun üstünde/altında biri varken ve o uyuşurken siz o kolu çektiğinizde bile o tatlı hayalin hayalini kuruosunuz.-the ark "oh no i wasn't dreaming of dreaming that dream". ben artık hayatı olduğu gibi kabul etmeye karar verdim. bu teslimiyetçilik değil. esasında öyle net bi karar da değil. sonuçta insan olmanın hem en güzel hem en kötü yanı bu. bi yanda eski fotoğraflara bakıp ne kadar tombiş, bodur, rüküş, kaşlı olduğumuza hayıflanırken diğer yandan o zamanki hissiyatımıza dönmek için neleri verebileceğimizden bahsetmekte beis görmüyoruz. son zamanlarda başıma gelen garip tesadüfler, hoş insanlar, boş mahlukatlar, ilginç kesişimler, küresel ısırmalar beni hayatın ne güzel, ne derin bir şey olduğunu hissettiyor. bugün değer verdiğim hayatla sorunu olan bir arkadaşım bana uzunca bir söylemimden sonra şöyle söyledi "insanlar bi âlem". ne güzel söz! düşünsenize bir insan başlıbaşına bir âlem. içine girmek istersiniz istemessiniz orası ayrı (metafora kapalı). zaten oldum olası kısa cümleleri, "sessiz" şarkıları, küçük evleri sevmişimdir. "ay ne kadar minimalsıığn" bayalığından uzak, low rise-high density(her türlü metafora açık) bir dünya umuduyla!

Hiç yorum yok: