11.27.2008

"it's not about saying yes or no it's not about stop or go it's more about what is within and how you get there in your mental scene and how you keep it as part of your truth never to stop work trying to choose some kinds of decisions some kind of disguard well i feel not conscious about others reports and do you believe don't you forget how you conceived your thoughts of regret it's not about being right or wrong it's not about being weak or strong..." Ms. John Soda

11.20.2008

"...Bilmem mi, ellerin vardır, umuttan yuvarlar çizer
Bakılan bir şeydir el, boşluğu dengede tutan
Bir uzantıdır işte umutla insan arası
Bir yonudur ne belli, görmekle anlaşılan
Geceden gün yapılan o sevişme yakınlığında..." Edip Cansever / Kaybola 

11.14.2008

Bugün "Aynı Sudan İçtik"i izledikten sonra bir de eve keyifsiz gelip şu olanları bitenleri görünce duyunca...
İnsan tek kelimesine bile dokunamıyor. Her cümlesi, her kelimesi insanı daha da dibe sokuyor. Sadece daha güzel bir ülke düşlemek kalıyor bize. Bu ülkede umuttan bahsediyorlar bi de. 
"“...Rumlar, Ermeniler (YAŞAMAYA) devam etseydi, bugün Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?” 
“Hayır olmazdı.” Basit soruya basit cevap. 
Sen kalk, yokluğuma övgü düz, sonra da o yokluğum üzerine bir ülkenin kurulduğunu ifade et, o ülkenin bugünkü halini makbul gör, ondan sonra da ‘olsalardı ne olurdu halimiz’ diye iç geçir. Kendi ayağına kurşun sıkmanın tarifi gibi bir şey. ‘Sana ne’ diyeceksiniz. Sıkmışsa sıkmış. O ayakla sizin birlikteliğinizi çoktan koparmadılar mı zaten? Gerçekten de işin bu bölümünden artık bana ne... 
Tabii işin en acı tarafı, Bakan’ın söylediklerinin büyük bölümünün maalesef doğru olması. Peki, doğruysa doğru, sorun ne? Bakan doğruyu söylüyor ama doğruyu yanlış söylüyor. Yüreğimizin tavan aralarına, bodrum katlarına koyup, gittiğimiz her yere beraberimizde götürdüğümüz, kırılgan acılarla dolu sandıklarımızı oradan oraya savuruyor. Zar zor, ite kaka vardığımız “O dönem herkes çok acılar çekti” kavşağından, direksiyonu birden bire “iyi oldu” sokağına kırıyor. Olanları doğru söylüyor ama olanların doğru olduğunu da söylüyor. 
Şu soruya hakkıyla cevap verelim şimdi... 
“Hayır, aynı olmazdı. Süper olurdu.” 
Sen ne diyorsun? 
Bütün ülke üç noktaya birikmez, kırk küsur merkez olurdu. Yirmi, otuz yıllık fidan hayatlarımız değil, kadim bir orman gibi kültürümüz olurdu. Anasının doğduğu yerde doğabilirdi herkes, işte o zaman ülke, “memleket” olurdu... " Arat Dink

11.08.2008

Sımsıkı tutup çekmek istemiyorum, handle with care’i pek samimi bulmuyorum, kavramak istiyorum ben sadece.

emmenez-moi vs. mütekabiliyet

*Siz de sıkıldınız biliyorum. Herkes aynı dertten muzdarip. Birbirimizden kaçarak ancak bir diğerimize varıyoruz. Mikrokozmozumuz da aynı. Bu elektronlar değil miydi protonun dibinde dönüp birbirlerine gıcık olan. *Aslında hayat çok sade ve basit bir şey ama basitlik biraz karmaşık. Neticede bir zerrede gördüğümü bir gezegende, bir çanta tokasında, iki nota arasındaki es işaretinde de görebiliyorum. Ama bunu birbirine bağdaştırmak için kanat ve rakım gerekiyor. Onlar da ancak kendilerine yetecek kadar zeka, çokça da içgüdü barındıran kuşlara bahşedilmiş ekseriyetle. -tamam uçan balıklar var, memeli hostesler var- Yine de her şeyin içindeyken, dibdibeyken sorunlarla; so  n gibi bişi görüyosunuz ya da işinize öyle geliyor. Bilmiyorum. Esasında harfleri karıştırarak özel olsun cins olsun, bir sürü varyasyon elde edebilirsiniz. Ben o iki harfi yok sayıyorum bilincimin çokça altında. Gördüğüm şeyle dehşete düşmemeye çalışırken, debelenirken daha da beter yapıyorum her şeyi. Yani yapmıyor da olabilirim. Belki de en kralefem benim o sırada. ama sorun olanlar değil hissettiklerimde. * Hayatı sadece kendi çevresinde döndüğünü sanan bi arkadaşım vardı. Yurtdışı deneyimlenmelerinden döndükten sonra "sen niye öyle diyosun, oralılar çok farklı, biz çok çeşit, onlar sıfır kalori, biz köy ekmeğiyiz" gibi çeşitlemelerde bulunduydu. Ben insanın da aslında tek bir karakteri -kültür değil- olduğunu düşünüyorum. Hep diğerini -bir sebepten- dışlarken aynanın -aynı sebebin- bi parçasını kırıveriyoruz. O kırık aynada çok da gerçekçi olmayan gördüğümüz imgelerimizle mutlu oluyoruz. Ama başkasının bakıp kelekliklerimizi gördüğü gerçekliğini nasıl göz ardı edebiliyoruz onu aklım ermiyor.  *Noktalı virgülün ne zaman kullanılacağını asla öğrenemedim. *Bağcıklarımı bağlamayı 16 falan yaşımda öğrendim, kravat asla bağlayamadım. *Analog saatlerden hep nefret ettim. Hala okurken teklerim. *Parfümleri ve deodorantları-sera gazı- asla sevmedim. Bi şeylerin üstünü örtmeyi-yataktakiler dışında- hiç etik bulmadım. Sidik de içerse ter kokularını, bana bi öpücük ver sana bu akşam ne yediğini söyleyeyimleri iğrenç ama daha insani buldum. *Güneş gözlüklerinin, atkıların, poşuların fonksiyonlarından sapmalarından, aynı zeitgeist'lerde yaşadığım insanların bilinçsizliklerinden gına geldi. (Çizim: David Shrigley)

11.05.2008

şu an ne yapıyorsun?

Kendimden bahsetmek pek kifayetsiz. Ama ille de soracak olursanız böl ve yönet politikam gereği parça parça kendimden bahsetmek bütünsel olarak kendimden bahsetmekten yeğdir. Tümdengelemeyeceğım, varırsam anca tümevaracağım. 

Dolmalar geçiyor gırtlağımdan, öhö'ler çıkıyor solunum takımından, ciğerlerim kendi çapında dirili dirili şeklinde alarm veriyor, karnımda tırtıllar kabuklarından çıkıyor, kelebeklerin ömrünü sorgulamadan gıdıklanmalardan hazzediyor, battaniye kara sınırlarına giremeyen kollarım ve bir kısım şerefsiz bacak ürperiyor, gözlerim kapanmamak için yerçekimi denilmeyen o çekici güce direniyor ve tabii ki kulaklarım sınıflandıramadığı güzel sadalarla mest oluyor. 
Say the word and you'll be free Say the word and be like me Say the word I'm thinking of Have you heard the word is love? It's so fine, It's sunshine It's the word, love In the beginning I misunderstood But now I've got it, the word is good
(The Beatles - The Word)