1.30.2009

Paris'i hiç sevmedim.

"Paris'i hiç sevmedim.  İlk gördüğüm andan itibaren sevmedim. Paris'i sevmemek olmaz halbuki.  Paris'i sevmemek yasaktır. Yok öyle lafın gelişi değil, hakikaten yasaktır. Ya da daha ziyade haramdır. Hiç mi hiç kabul görmez Paris'i sevmemek. Üç-beş kişinin arasında Paris'i sevmediğini söyle. Hemen muammalı manalı gözlerle bakarlar adama. Birden bir sessizlik olur ve gelir karşında durur. Bir açıklama beklenmektedir. O kadar aykırı bir şey söylemişsindir ki, bu aykırılığın farkında olmamak hakkın da yoktur. Bu yüzden beklenen açıklamayı 'sızdırırsın' ortama. Bir kelimeyle geveleyerek. Bir başka kelimeyle ebeleyerek. Bir açıklama hazırlamışsındır kendine, önceden, kendin bile fark etmeden, böyle durumlar için, Paris'e dair sessiz kalamama ihtimalin için. Açıklama 'apaçık olmama' erdemine sahipse, yırtarsın. Şimdilik affedilmişsindir. Paris'i sevmeyişin samimidir, hatta daha da iyisi, belki de amaçsızdır. Mesela, kişisel birtakım garabetlerinle ilgilidir bu mesele. Ama yine de dikkat çekmek isteyen bir zibidi ya da bir tür 'aranıyor' olma ihtimalin her zaman mahfuzdur. O yüzden, bir köşeye 'bir acayip' diye yine de not edilir adın. Halbuki sen kendini Paris'te, aynalarla çoğaltılmış sokaklarda, aynalarla büyütülmüş bir mekânda, aynalarla sonsuzlaştırılmış bir girdapta hissetmektesindir. Sende bulantı yaratmaktadır Paris. Her hareket etmeye kalkıştığında, Paris'in hiç bitmeyen yuvarlak köşeleri sanki boğazına dolanmaktadır, boğazını sıkmaktadır. Paris, kıpırdadığın anda seni boğmaktadır. Cansız bir mekânın, yığılmış, oyulmuş taşların, her gün utanmadan, sıkılmadan, yerinmeden insanlardan rol çalışını seyretmek adeta adalet duygunun kimyasını bozmaktadır. Paris'te herkes kayboluverir. Öyle New York'ta kaybolmak gibi değil. İstanbul'da kaybolmak gibi hiç değil. Paris seni, kendinde kaybeder. Hemingway kalkar gider Paris'te yaşar. Bu seviyeli macerada başrolü hemen Paris kapar. Paris bir karadelik gibidir. İsmi cisminden, kütlesi kitlesinden çok büyüktür. Yaklaşanı hüüp diye yutar. Yuttukça çekim alanı da çekim gücü de artar. Bu şişmiş parkın çok pişmiş bekçisi Parisliye ise, meşrebi hasebiyle, tahammül, hiç mümkün değildir. Paris denen karadeliğin yuttuğu 'evrensel taşra' egolarından kopan parçalar, uçar gider Parislininkine eklenir. Parislinin egosu seninkinden çekip koparttığı parçalarla büyür de büyür. Büyüklüğü ta dünyanın öbür ucundan görünür. Allahtan Parisliye rağbet etmemek Paris'i sevmemek kadar büyük bir suç değildir. Hatta tam aksine, Parisliyi sevmemek bir kitle sporudur. İnsan bir acayiptir, bir taş parçasının egosunu sonsuza kadar şişirebilir.  Ama çok şükür ki, bu taşın bekçisinin egosunun şişmesine bir yere kadar tahammül eder. Parisliyi Fransız bile sevmez. Ona yalnızca Paris'in bekçisidir diye tahammül eder. O kadar. Çünkü Fransız, Paris'siz kendini bir hiç hisseder. İşin fenası cümle âlemin Paris'te ne bulduğunu, neyi sevdiğini, neye taptığını da anlamamak, görmemek mümkün değildir. O kadar basit, o kadar güzel ve o kadar yuvarlaktır Paris. Bir kullanım kılavuzu gibidir. Ama o mu sizi kullanır? Siz mi onu? Bunu kimse bilmez. Paris gibi büyük bir 'consensus' karşısında kendi dilinde tercüman olamazsınız kendine. Koşup İngilizce bir veciz yaparsın. 'Paris is not a city. It's only a site' dersin. Bu defa da ecnebiler bile aynı muammalı manalı gözlerle bakarlar sana.  İşte Paris böyle devasa bir 'consensus'tur. Sonra birden fark edersin, CON-SEN-SUS'un 'Fransızca-Türkçe fusion' çevirisi SALAK-SEN-SUS'tur.  Salak, sen sus, Paris konuşsun, dünya konuşsun.  Sonunda dayanamazsın, bir sonu gelsin istersin Paris'in. Sonu gelsin şu biteviye aynalı arşın.  Sonu gelsin istersin, bu dünyadan ve hayattan büyük CONSENSUS'un, bu SALAK-SEN-SUS'un. Hakikaten istersin. Adamsan, istersin..." Gökhan Özgün

2 yorum:

Unknown dedi ki...

paris paris olalı hiç görmedi böyle bi sevgisizlik.

Adsız dedi ki...

AGZINA SAGLIK BİNLERCE VE BİNLERCE KEZ ........